İnsanı yaşatan umutlarıdır. Yaşanmakta olanın bir adım daha ötesidir hep hayallerdeki. Umudun tarifi de olmaz aslında. Bazen balon isteyen bir çocuğun beklentisi de umuttur, eğitim fakültesini bitirip atanmayı bekleyen gencinki de. İnsanın bitmek tükenmek bilmeyen özelliklerinden birisidir umutlar. Hayal deyince biraz uzaklaşır gibi olur umut ama ümit deyince sarıverir yine düşünce ufkumuzu. Müebbet hapse çarptırılmışın da vardır umudu, bedenen bitmişinde.
Şimdi bu satırlar nerden çıktı demeyin! Şiir yazamıyorum, söylememi nasıl karşılarsınız bilmiyorum ama hiç yazmadım da. Düz yazının satırları arasında öyle kelimelerle cedelleşip duruyorum işte. Umudun nerden çıktığına gelince; her yılsonlarında bir değerlendirme yapılır ve yenisi için de temenniler sıralanır ya, işte ben, bu temennilerin gerçekleşme ve gerçekleşmeme oranının toplamının ortalamasına umut diyorum. Yukarda dediğim gibi, bu ortalamanın bir fazlası ümit, bir eksiği de hayal sonucunu veriyor.
Her yıl olduğu gibi bu yılda geçen yılın olaylarını bolca duyacaksınız. Belki de duymaya başladınız bile. Bu yazının devamında, 2009’un olaylarını hatırlatacak ve ya onları değerlendirecek değilim. 2009’un ‘en’lerini de tartışmayacağım. Aslında hiç fena da olmaz. Belki bir başka yazıda. 2009 yılında ülke ve dünya gündeminde yaşadığımız olayların seyrine dikkat çekmek istiyorum. Çok hızlı gündem değişikliklerine önceki yıllardan alışıktık. Hatta bağışıklık kazanmak üzereyiz. Fakat öyle ani gerçekleşen süreçler var ki, bunlara verilen ya da verilemeyen tepkiler oldukça şaşırtıcı ve düşündürücü. Hiç olağan değil olanlar ve sonrası. ‘Olağan’ ve ‘olağanüstü’nün de genleriyle mi oynanıyor ne? Sık anlatılan hikâyeyi biliyorsunuzdur, paylaşayım yine de: Bilim adamları derince bir kazanın içini su doldurup ateşin üzerine yerleştirirler. Su ısınmaya başlar. Normal bir elin dayanamayacağı sıcaklığa ulaşınca, canlı bir kurbağayı suyun içine atarlar. Kurbağacık suyun sıcaklığını ayakuçlarıyla hisseder hissetmez öyle bir zıplar ki, kaşla göz arasında karşı duvara fırlar çıkar. Bilim adamları bunu not alıp suyun sıcaklığını arttırırlar. Bu kez su o kadar ısınır ki; fokur fokur kaynamaya başlar. Kurbağayı olduğu yerden alıp, kaynamakta olan suyun içine atarlar. Kurbağacık kaynayan suyun buharından irkilir ve henüz suyun sıcaklığı parmaklarına değmeden zıplamak ve kurtulmak için bir hamle yapar. Fakat zıplamak için ayağını geriye doğru gerdiğinden dolayı parmağının ucu yanar. Öyle bir canı acır ki; o acıyla bir fırlar ve kendini tavanda asılı bulur. Bilim adamları bu olanları da not alır ve yeni bir hamle için hazırlığa başlar. Kaynayan sıcak suyu döküp yerine soğuk su doldururlar. Kurbağayı tavandan alıp, soğuk suyun içine atarlar. Kurbağa soğuk sudan pek bir memnun olur. Artık ayağının yanıkları geçer, acı da duymaz. Halinden oldukça memnun bir vaziyette suyun içinde yüzmeye başlar. Bu arada bilim adamları suyun altındaki ateşi çok kısık bir şekilde açarlar. Kurbağa bütün yaşadığı can acısını unutur ve o çok korktuğu kazan ona birden çok sevimli görünmeye başlar. Bütün bir ömrünü burada geçirebileceğini düşünür. Su hafiften ılık olmaya başlar, kurbağaya tatlı bir rehavet çöker. Bacaklarını açıp, şöyle bir gerinir. Suyun tatlı ve naif ısısı onun uykusunu getirir. Gözleri yavaş yavaş kapanmaya başlar. Su o kadar naif ve o kadar tatlı gelir ki uyumamak mümkün değil. Kafasındaki tüm düşünceleri bir yana atar ve gözlerini kapar. Halinden oldukça memnundur. Bir müddet sonra gözlerini açar ve etrafına bakar. Her şey normal görünüyor. Fakat bacaklarını hissedemiyordur. Yüzmeyi dener ama olmaz, doğduğundan beri yüzmeyi bildiği halde. Kulaç atmayı dener, olmaz. Bacaklarına baktığında gözlerine inanamaz; bacakları buhar çıkarıyor ve erimiş bir vaziyette. O an aklı başına gelir ve suyun kaynamakta olduğunu fark eder. Eskiden olduğu gibi yine bir gerinip karşı duvara zıplamayı dener, fakat olmaz. Çünkü zıplayacak bir bedeni kalmamış, gövdesi tamamen yanmıştır. Bir çığlık bile atamadan tüm düşünceleriyle birlikte kaynayan suyun dibine gömülür. Bu hikâyedeki bilim adamlarının yerine toplum mühendislerini koyun, tekrar okuyun. İnanın bu da değişti artık. Mesela, siyahların (onların ifadesiyle) yıllardır ezildiği Amerika’da bir bakıyorsunuz, siyah bir başkan. Bizim hikâye de tersyüz. Hele, son aylarda yaşanan öyle olaylar var ki, onlara girmiyorum bile. 2009 bu konuda zirve yaparak bitiyor. Sonuç mu; işte bir o değişmiyor. Afrika’daki yoksulluk aynı, sömüren aynı, sömürülen aynı, ezen aynı, ezilen aynı, Filistin aynı, Afganistan aynı, Irak aynı… Kıyafetler değişiyor sadece. Dün …..……….. giyenler bu gün ……………… la karşımızda, aynı filmi tersten başlatıyor ama bitiş ne ilginçtir ki, yine aynı. Boşluklar mı? Onları da siz doldurun canım! Her şeyi benden beklemeyin!
Umut mu? İşte ona kimse dokunamaz. Onu kimse bitiremez. Ve, u-mu-y-o-r-u-m onun genleriyle oynanmaz. 2010 yılı Fethiye’miz başta olmak üzere ülkemiz ve tüm insanlık için sağlık, mutluluk ve başarılarla dolsun. Umutlarınız yaşayacaklarınız olsun.