1919’lu yıllardır. Ören suyunun çıktığı göze yakın bir bölgeye beş efe gelir. Kayalık bir yere yerleşirler. O bölgeden bir ağayı çağırtırlar yanlarına efeler. “Sen bizim kahrımızı çeker misin?” demişler. Ağada korkusundan evet demiş. Ve başlamış efelerin ihtiyaçlarını göndermeye. Oğlak, kuzu, bal, et ne varsa almışlar. Yatak yorgan derken ağayı yemiş, bitirmiş efeler.
Bir gün olmuş, ağa düşünmüş. Bunlar benim malımı mülkümü aldı ama yarın bir gün bunlar beni öldürmeye de kalkar diye. Fakat çaresizlikten, eşkiya olan efelere bir şey de diyemiyor. Efelere sürekli ekmek götüren ağanın ekmekçisi varmış. Efeler sormuş bir gün. “Bize bu ahalideki zenginleri say bakalım. Bunları soyacağız, mallarını alacağız.” Ekmekçi saymış hepsini, filan köyde şu ağa. Bu köyde bu ağa diye. Efeler de yazmış ağaların isimlerini bir bir. Dokuz ağa olmuş. Ona tamamla demişler adama. Efelerden bir tanesi; “onuncu da Süleyman ağa oluversin.” demiş. Süleyman ağa da sürekli ihtiyaçlarını gönderen, malını perişan ettikleri ağa. Ekmekçi dönünce anlatmış her şeyi ağaya. Dokuz ağayı öğrendiler onuncu da sensin demiş. Ağa iyice korkmuş. Mehmet isminde uyanık bir oğlu varmış Süleyman ağanın. “Oğlum ata bin, doğru Fethiye’ye. Kumandanı bul ve söyle, bize yardım etsin.”
Yaz mevsimidir ve yaylaya göç zamanıdır. Alıman ağa askerliğini de yaptığı ve daha sonra devam ettiği Fethiye karakolunda kumandanından izin alır ve yayla yolculuğu için hazırlığa başlar. Karaçulha’daki ailesini yayla Boğalar’a çıkaracaktır. Mehmet ağa Fethiye’de kumandana anlatır her şeyi. Efeler eşkiyalık yapacak, saldıracaklar cana mala diye. Kumandanın aklına Alıman ağa gelir hemen, ancak izin vermiştir yayla göçü için. Bu iş için sen Alıman ağayı bul der kumandan. Mehmet ağa “benden söylemesi” deyip ayrılır oradan. Kumandan hemen haber salar Kemer karakoluna. “Bu günlerde oradan Alıman ağa geçecek kafilesiyle yaylaya. Onu durdurun ve telefonla benimle görüştürün.” Asker bekler ve Alıman ağaya kumandanın emrini verir. Kumandan Alıman ağaya talimat vermiştir. “Beş efenin kellesini getir.” Emri alan Alıman ağa kafileyi bırakır ve yakınlarından çevik, iyi silah kullananları yanına alır. Kemer karakoluna gelir, getirdiği adamlara asker elbisesi giydirir ve silahlandırır. Akşam vaktinde efelerin olduğu bölgeye gider ve Mehmet ağayı bulur. Mehmet ağa gece Alıman ağa ve adamlarını efelerin çıkacağı yere gizler. Daha sonra efelerin yanına gider. Daha önce geyik avlamak istediklerini söyleyen efelere; “ben geldim geyik avına çıkabiliriz” der. Efeler başlarına gelecekten habersiz çıkarlar, Mehmet ağa önde onlar arkada. Tabi onlar çıktıkça kaldıkları inden Alıman ağa ateş emrini verir. Panikleyen efelere yakın olan Mehmet ağa da ateş eder. Efelerin ikisi yaralı suya atlarken, ikisi oracıkta ölür. Birisi de can havliyle inlemektedir. Ve Alıman ağa adamlarından birine talimatı verir. “Kesin başlarını!” Yalvarır son efe; “Bana kıymayın, çorum çocuğum var!” Bağırmış Alıman ağa; “Ailesi olan yanında olur, eşkiyalık yapmaz.” Ve emir yerine getirilir. Efelerin kendi kıyafetlerine sarılır başları. Ertesi gün Ören’e inerler. Köylüler görür kesilen başları. Alıman ağa kumandana teslim eder kesik başları, emri yerine getirdiğini söyleyerek.
Hurşit Boğa anlattı babası Alıman ağanın (Ali Boğa) başından geçen bu olayı. Ramazan Kıvrak Fethiye’de Yörükler ve Karaçulha isimli kitabında Boğa ailesine ayırdığı bölümde; “Alıman ağa, 1881 yılında Hüseyin Boğa’nın oğlu olarak doğmuş. Gür bir sese sahip olan Alıman ağa muhtarlığı süresince Cumhuriyet mahallesindeki köy kahvesinin olduğu yere okul yaptırmıştır. Kullanılmakta olan eski okulun da malzemelerini temin etmiştir. Fethiye Dalaman arasındaki Kızılbel yolunu başlatanlar arasındadır. Fethiye’deki düğün, dua ve güreşlerin önderliğini yapmıştır. Milli mücadele döneminde milis kuvvetleri komutanlığı yapmış. Tekne ile Fethiye’ye çıkmak isteyen İtalyanlara ilk kurşunu sıkanlardan olup eşkıya ile de büyük mücadele etmiştir. Dirmil bölgesinde Koca Mustafa çetesini bozguna uğratmış. Daha sonra eşkıya intikam için tekrar toplanmış. Bunu haber alan Alıman ağa Ören Köyü Karanlık Dere bölgesindeki ine yerleşen eşkiyayı basmış. Üç eşkıya liderinin kellesini keserek Fethiye Jandarma Karakolu önündeki kazıklara geçirmiştir.” diyerek yukarıda anlatılan olayı doğrulamaktadır. Alıman ağadan Ünal Şöhret Dirlik bir yazısında şöyle bahsediyor: “1929 yılında Foça denilen geniş alan Tarımsal Başarı Kooperatifi tarafından satılığa çıkarılır. Yazın yaylalarda, kışın sahil Karaçulha’da oturan Karaçulha’lılar; Kovanlık, sazlık ve de bataklık halinde, sivrisinek yuvası olan bu araziyi alalım diye ünlü Boğalar’lı Kuvayı Milliyeci Alıman Ağa’ya başvururlar. Alıman Ağa köylülerine yaylacılığı vazgeçmemelerini önermiş ve “develeri keneye yedirirsiniz.” diyerek bu işten caydırmış.” Bu arada belirteyim; önceleri bir olan Boğalar Karaçulha’dan ayrılmıştır. Ya da bir başka rivayete göre Karaçulha Boğalar’dan ayrılmıştır. Muğla Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Bayram Akça, Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 9. sayısında yer alan ‘Milli Mücadelede Döneminde Fethiye’ yazısında Fethiye Kuva-yı Milliye teşkilatından bahsederken Alıman Ağanın Fethiye Milis Kuvvetleri komutanı olduğuna yer vermiş. Hurşit Boğa babasının on altı yıla yakın muhtarlık yaptığını ondan önce de dedesinin (Hüseyin) yirmi yıldan fazla bu görevi yerine getirdiğini söylüyor.
Daha çok şeyler söyledi Hurşit Boğa. Bir kısmını da ‘kayıt dışı’ yaptım özellikle. Uzun bir süredir, ki “bu uzun süre” neredeyse beş yıl oluvermiş, bir yazıyla paylaşmak istiyordum bu sohbeti. Nasip bu güne imiş. Anlatmaya okul çağından başladı Hurşit amca. İlerlemiş yaşına rağmen o günlerin heyecanı ile.
1927 yılı eylül sonunda başlar okula. O zaman eski yazı var. Cumhuriyet kurulmuş ama henüz harf inkılâbı gerçekleşmemiş. Atatürk emir yayınlamış tüm yurda. Köylüler okul yaptırsın kendi imkânlarıyla diye. Devletin imkânı yok. Çanakkale ve Yunan savaşları bitirmiş ülkeyi. O dönemde, Karaçulha köy içinde bulunan ve daha sonra yıkılan iki odalı okul için Hurşit amca net konuşuyor: “Okul müzeye kalacaktı. İki odalı bir okul bu. Haberim olsaydı, yıktırmazdım kesinlikle.”
Bir kış okurlar eski yazıyla. Anlatıyor: “İki öğretmen vardı o zaman. Birisi Dontlu Şükrü Efendi diğeri Ali Kos. Şükrü Efendi rakam dersi veriyor, Ali Kos ezber yaptırıyor. Yaz olunca yaylaya gittik. Biz tatildeyken öğretmenlere emir gelmiş. Devlet Latince harfi tanzim etmiş. Öğretmen eski harfleri ve yanına yeni harfleri yazmış ve yaylaya göndermiş çocuklar bellesin diye. O dönem yedi sekiz yaşlarındayım.”
Yaz biter okula dönerler. Okumuş olduğu yıl sayılmaz Hurşit Boğa’nın. Tekrar başlarlar yeni harflerle. Devam ediyor: “Kâğıt yok, kalem de yok. Sadece kara bir tahta var. Tebeşir var. Dontlu Şükrü Efendi öğretmenimiz. O yazıyor, bize okutuyor. Sil yaz, sil yaz, o yıl öyle geçti. Yaz geldi. Kızlar pek yok okulda. Öğretmen köylüye kızları salın okula diyor. Köylü de biz kızları okutmayız diyorlar. Sonra birer ikişer gelmeye başladılar. Okul küçük ve öğrenci doldu. Eldirek’ten, Göyben’den çocuk geliyor. Dont’tan gelmiyor. Onlar kurnaz, bir hanı okula çevirmişler hemen. Çocuk çoğalınca sadece 1,2 ve 3. sınıfa kadar okutuluyor. 4 ve 5. sınıflar Fethiye’de var. 1928 yılı bitti. Eski yazı kayboldu bir anda. Mayıs on beşinde tatile giriyoruz. Dört yıl okudum. Diplomayı sonra aldım. Hala duruyor. Ali oğlu Hurşit Efendi yazıyor. Soyadı yok o zaman. 1931’de babam Fethiye’ye 4. sınıfa göndermek istedi. Ortaokulda var o zaman Fethiye’de. Fethiye’de üç dört yıl kaldım. Babam beni bir kadının yanına verdi. Kadının işi ağırdı. Beni sürekli çalıştırırdı. Bolca fırına ve su doldurmaya gönderirdi. İşten korktum, okulu bıraktım. Doğru Karaçulha’ya. Babam evde yok. Sonra geldi bir anda. Niye geldin? dedi kızdı bana. Babam bizim memur olmamızı arzu ediyordu. Bir güzel fırça attı. Ama dayaktan kurtuldum o gün. Okul işi de böylece bitmiş oldu.” Askerliğini Çanakkale’de yapmış Hurşit Boğa. Vapurla gitmişler Fethiye’den. Karayolu yok, tekerlek yok 1942’lerde. Ben sordum o anlattı. Hem kaydettim hem dinledim. Sık sık vurgulamak istiyorum. Geçmişini bilmeyen geleceği iyi planlayamaz diye. Nedense, yakın geçmişimizi kayıt altına almaktan imtina ediyor gibiyiz. Bir ömür memleketimizin tarihini sindirmiş, hafızası dinç değerlere sahip çıkamıyoruz. Sanki, kendi elimizle limandan uzaklaşmak isteyen gemi gibi bağlarımızı çözüyoruz geçmişimizle. Hadi serbest kaldık diyelim, hangi limanlara demir atacağımız belli mi? Görüşünceye kadar sağlıcakla kalın, hoşcakalın.