17 Aralık, zaten soğuk geçmekte olan havayı buz etti sanki. Önce yolsuzluk operasyonu haberleri düştü günün erken saatlerinde gündeme. Millet ne oluyor bile diyemeden, Ankara’da dört pilotun hayatını kaybettiği askeri helikopter düştü. Sık sık yaşanan helikopter kazalarına tam alışmaya başladık(!) derken bu kez Mardin’den bir helikopterin daha düştüğü haberi gelince artık söylenecek bir söz kalmadı. Kaza olmaz mı, elbet olur. Ancak; öncesi, esnası ve sonrası ile her türlü kontrolün titizlikle yapıldığı yerde aynı gün iki helikopter kazası! Gün bitmeden meclisin önünde kendini ateşe veren bir vatandaşın haberi ve kaçırılan bir gazeteci. Takip eden günde görevden alınan beş emniyet müdürü ve yerine gelenlerin haberleri. O kadar çok olağanüstülük yaşanıyor ki takip etmek bile zor. Bilmem haberciler nasıl dayanıyor bu kadar yoğun gündeme.
“Ne ballı milletiz biz ya” demiş Facebook’ta birisi bu yoğun günün akşamı. “İsveçli falan olsaydık can sıkıntısından patlıyorduk şimdi. Ülkenin kıymetini bileceksin!” diye devam etmiş. Haksız da sayılmaz hani. Adamlar aynı gün iki helikopterin düşmesini anca filmlerde görebilecek. Bunların filmleri de bunun için bol aksiyonlu oluyor zaten. Aslında onların filmleri bizim gerçeğimiz, bizim filmlerimiz ve de özellikle dizilerimiz onların gerçeği diyebiliriz. Televizyonlarımızda yayınlanan film ve dizilerdeki rutinler, duygusallık, aşk, ihanet vb. ötesine geçemeyen monotonluk onların günlük yaşamı. Çevirdikleri filmlerde biz de yaşanıyor sanki. Patlayan bombalar, düşen helikopterler, akıl almaz hatalar, herkesin gözü önünde kapışan, küfürleşen milletvekili ve bakanlar ve bir de bu 17 Aralıkta ortaya saçılan iddialar…
Meşhur ifadesi ile söylersek, devam eden soruşturma ve yargı sürecini yorumlayacak değilim. Kaldı ki bu konu o kadar derin ki 28 Şubat’ın bile gerisine kadar gider. Köşe yazısı değil kitaba bile sığmaz. Dershaneler ile ilgili tartışmaların alevlendiği günlerde yazdığım yazıdakiler bugün bu süreçte de geçerli. “Etrafımızdaki herkes, yerel basın, ulusal basın, neredeyse tüm Türkiye’yi etkisi altına alan bir beyin fırtınası. İlk başlarda sevinmedim değil hani. İşte dedim, ilk defa sorunlarımızı açıkça tartışmaya başladık. Herkes meşrebine, cemaatine, partisine, hizbine, kulübüne, ideolojisine kısaca durduğu yere bakmadan ülkemizin en önemli meselesi olan eğitimin kanayan yarasına parmak basacak, fikirlerini cesurca ifade edecek zannettim. Eteklerdeki taşlar dökülecek bir kıpırdanma olacak beklentisi içine girivermiştim. Olmadı! Çok geçmeden bildik hüviyetine bürünüverdi söylemler. Gelsin fanatik atışmalar, gitsin ezberlenmiş nakaratlar.” Örnek mi? O kadar çok ki. Bir ikisiyle bitirelim. Dün; vekillik ile birlikte yorumculuğu tartışılan milletvekiline “bu olmaz arkadaş” bile denememişken istifa edince vur yerden yere. Dün; asrın reformlarını gerçekleştirildi diye yere göğe sığdırılamayan kadro bugün bir anda yerin dibine geçiriliyor. Dün; başkalarını yapılan ihaneti saçma sapan gerekçelerle kılıfa büründürenler ihanet kendilerine yapılınca bir feryat, bir veryansın!
Facebook’ta “Ne dersiniz bu son olaylar (operasyonlar, dershane tartışmaları, vekil istifaları, Bangladeş’teki İdam, Doğu Türkistan’daki zulümler, görevden almalar, İran, İsrail vb.) dondurulmuş ve donmuş zihinlerde bir erime başlatır mı?” diye sormuştum. Basit gündelik konularda bile onlarcası varken böyle mühim olanlarında gelmeyen cevaplara istinaden en ufak bir erime belirtisi bile olmadığını üzülerek gördüm. Bu duruma şahsen şaşırdığımı da söyleyemem. O kadar ki artık, hangi gurubun hangi argümanlarlarla karşılık vereceğini bile tahmin edebiliyorum. Olağanüstü gündemde bile hayret edecek bir şeyler bulamamak bu olsa gerek. Narkozu almış olsam bunların birini bile konuşamayacağım. Belki de penguen belgesellerini kaçırmamalıyım. Ne dersiniz? Haftaya güzel konularla buluşabilmek dilekleriyle sağlıklı, huzurlu ve mutlu kalın, hoşcakalın.