İletişim araçlarının oldukça geliştiği ve alabildiğince yaygınlaştığı bir çağda yaşıyoruz. İnternet bağlantısına sahip cihazlarla çok çeşitli ortamlarda yazı, fotoğraf ve video paylaşmak mümkün hale geldi. Bununla birlikte kişisel ve kitlesel iletişim adına kavramsal düzeyde birçok yöntemler geliştirildi. Bu yöntemlerin bir kısmı halen etkili bir şekilde kullanılıyor. Ancak eskiye nazaran ileri düzeye ulaşmış bu araç ve imkânlara rağmen insanlar arasındaki ilişkilerin de daha iyi olması gerekirken her nasılsa daha kötüye gittiğini söylemek mümkün. Pamuk ipliğine bağlı gibi süren arkadaşlıklar, biten evlilikler, mahkemelik aile bireyleri ve artık üçüncü sayfalara bile sığmayan cinayet haberleri… Hepsi durumun özeti gibi. Benzer bir durum ülkeler arasında da yaşanıyor. Sınırları neredeyse tarif edilemez hale gelmek üzere olan teknolojiler var iken ve de diplomasi alanında çok boyutlu mesafeler alınmasına ve onca uluslararası barış örgütleri olmasına rağmen ülkeler arasında savaşların azalması ve hatta bitmesi gerekirken tam tersine birkaç parçaya bölünmüş ülkelerin bile ne iç savaşları bitiyor ne de komşu ülkelerle yaptıkları dış savaşlar bitiyor! Kendimizi bildik bileli haber bültenlerimizden eksik olmayan İsrail’in Filistin işgali hala sürüyor. Afganistan ve birçok Afrika ülkesinin iç savaşları ara vermez iken, Irak, Suriye, Yemen, Suudi Arabistan ve diğer yakın ülkelerin durumu ortada. Peki, bütün bunların sebebi ne? Dünyanın bir kısmı güllük gülistanlık iken diğer bir kısmında kan gövdeyi neden götürüyor? Yaşananların sebebi ne ve sorumlusu kimler? Yapay zekânın neler yapabileceği tartışılırken doğal zekâların yaptıkları neden tartışılmıyor? Ve daha birçok soru…
Paragrafın sonunda sıraladığımız soruların cevabı elbette var. Fakat bir köşe yazısına sığdırılacak kadar kısa değil! Öznesi insan olan bu ve benzeri soruların cevabı da insana ve davranışlarına dayanıyor. İlk insan Hz. Âdem’in evlatları ile yeryüzünde başlayan ve kıyamete kadar devam edecek olan, zaman ve mekân ile sınırlandırılmış bir süreç bu özetle. Kabil’e Habil’e, yaşamı başta olmak üzere, ait olanlara gayri meşru müdahale ettiren zihniyeti kuşananlar olacağı gibi elindekinin en iyisini yaratanına sunanlar olacaktır. Zamanının dilimi, aktörleri, mekânı ve araçları değişse de hak-batıl mücadelesi olarak adlandırılan bu süreç kıyamete kadar devam edecektir. Bu çerçeveden bakıldığında olup bitenleri anlamak ve anlamlandırmak zor olmayacağı gibi ileriye dönük isabetli akıl yürütmeler yapmak bile mümkündür. Aslında olup biteni kavramakla iş bitmiyor! “Olanları ve olacakları bilmek sadece entrikaların nasıl döndüğünü daha iyi anlamaya yarar. Bu da önümüzde aydınlatıcı ışık olur. Bildiğiniz arttıkça daha iyi nasıl mücadele edeceğimizi de daha iyi biliriz. İnsan bastığı zemini tanırsa kaymadan nasıl duracağını da bilir” diyordu Necmettin Erbakan. İş esasında burada başlıyor. Olup bitenler karşısında biz nerede duracağız, duruyoruz? İlahi ve evrensel değerleri benimseyip iyiyi, faydalıyı, doğruyu, adaletliyi ve güzeli mi tutacağız yoksa işimize, nefsimize ve çıkara dayalı şahsi değerlerimizi mi? Bu soruların cevabını da siz vereceksiniz ve hatta her an vermeye devam ediyorsunuz, devam ediyoruz. Umarız verdiğiniz ve verdiğimiz cevaplar bizi mahcup etmez.
Muğla’nın her köşesine ulaşan gazetemiz Batı Akdeniz ile böylece başlamış olduk. İnşallah her Perşembe bu köşede sizlerle birlikte olmaya çalışacağız. Haftaya tekrar buluşabilmek temennileriyle sağlıklı, huzurlu ve mutlu kalın, hoşcakalın.
Mesut Koç – 13.09.2018