Ne Olacak Bu Domatesin Hali?

domatestarlada

Malum hikâyeyi duymuşsunuzdur? Zamanın birinde her milletten öğrencileri toplayıp şu soruyu sormuşlar: “Filler üzerine bir yazı yazsaydınız, bu yazının konusu ne olurdu?” Öğrenciler sırayla cevap vermeye başlamışlar. Çinli öğrenciler, “Fil pişirmenin bin yolu” demiş. Etiyopyalı ise, “Bir fille bin kişi nasıl doyar” demiş. Ardından İngilizler, “Safaride fil avlama teknikleri”, İranlılar “Filler çarşafa nasıl sokulur?” Almanlar, “Filler ve fillerin Alman dil ve kültürüne etkileri” Amerikalılar, “Daha büyük ve görkemli fil nasıl yetiştirilir?” Japonlar, “Daha küçük ve daha ucuz fil nasıl yetiştirilir?” Yahudiler, “Filler en pahalı ve en kârlı nasıl satılır?” Brezilyalılar, “Fillerle karnavalda samba yapma metotları” yazmışlar yazının başlığı için. Sıra bizim Türk’e gelince cevap hazır: “Ne olacak bu fillerin hali?” Bu günlerde bir yazı yazılacaksa; başlık bu olmalı. Fethiye ekonomisinin üç T’sinin en önemlisi tarımın en önemli girdisi domates. Belki de diğer T’ler olan turizm ve ticaretin bile önünde. Satılamadığı için Karaçulha halinin yanında, kanal kenarına dökülmüş kasa kasa domatesler. Bin bir cefa çekilerek ve masraf edilerek yetiştirilen ama pazarda alıcı bile olmayınca eve götürmemek için çöpe dökülen domatesler. Peki, gerçekten soralım; ne olacak bu domatesin hali?

Cam veya naylon serada yetiştirilen domatesin aslında uzun ve yorucu seyri var pazara gelinceye kadar. Eğer güz sezonu için yetiştirilecekse haziranda başlar hazırlıklar. Seranın içine önce hayvan gübresi ekilir. Mevsim yaz olduğu için seranın içi de yazın sıcağında hamamları aratmaz hani. Ardından damlama sistemi döşenir ve ince bir naylon serilir, su basılır ve sera toprağı dinlenmeye terk edilir. Bir taraftan da, önceki tecrübelerden de yararlanılarak bir zirai ilaç firmasına seraya dikilecek fidanın siparişi verilir. Fidan ağustosun başlarında gelmek üzere ayarlanır, kışlık ise ekim ayının ortalarına. İnce naylon kaldırılır kaldırılmaz hemen gübre takviyesi yapılır toprağa ve ardından bir güzel öğüttürülür toprak. Ve arklar yaptırılıp sera dikime hazır hale getirilir. Eğer serada yağmurda su akıyorsa bir ince naylon döşemesi de seranın tavanına yaptırılır ki yağmur suyu domatese zarar vermesin. Buraya kadar hepsi ayrı ayrı masraftır. Hayvan gübresi, damlama sistemi, ince naylon, su ilaç, gübre ve fidanın maliyeti, tarlanın sürülmesi, öğütülmesi ve arkların yapılması hepsi gider hanesine yazılacak daha kazanmadan harcanan paradır. Ve tabiî ki hâlihazırda bir cam veya naylon sera varsa. İcar veya ortaklık ise onları da ilave etmek lazım.

Sipariş edilen fidan geldiyse dikilsin artık seraya. Yalnız olmaz bu işler imece veya bugünkü küçültülmüş haliyle ödünç çalışma şart. Asıl iş fidan dikilince başlıyor. İlaç ve gübre artık vazgeçilmez ikili sık sık domatesle buluşacaktır. Çiftçi de zirai ilaç firmasında ziraat mühendisleriyle. Seraya dikilen domatesin erimesini önlemek için verilen ilaçtan tutunda sağlıklı gelişmesi için verilen gübrelere kadar iyi para tutar. Yazdırılır firmalara sezonda ödenmek üzere. Domates biraz büyüyünce iple tellere bağlanması ve ara ara ipe dolandırılması gerekir. Budama ve ipe dolama işlemi genelde birlikte yapılır. Domates çiçek açınca dölleme yapılması lazım. Eğer yapılmazsa çiçek dökülür ve meyve vermez. Dölleme işlemini artık bombus arıları yapıyor. Tabi arının da hatırlı bir fiyatı var. Ve arıların çıkmaması için seranın kenarına tül çekiliyor. Domates büyüyor havalar soğuyor. Kışın seranın içindeki ısı sıfır ve altında bir dereceye düşerse domatesi ertesi gün, bir önceki gün serada bırakıldığı gibi bulmak mümkün değildir. En başa, yani sıfıra dönme tehlikesi vardır. Onun için seraya yeterli sayıda soba kurulur ve odun alınır. Meteorolojiden gelecek uyarılar doğrultusunda bazen, akşam saat yedi sekizden sabah altıya kadar sürekli soba yakılır seranın içinde. Nöbet tutulur, odun atılır. Derece sıfırın altına düşmesin domatesleri don almasın diye. Sadece don aldığında başa dönülmüyor domates yetiştirirken. Eğer virüs bulaşır ve kurtarmak mümkün olmazsa dikilen ve belli bir boya gelen domatesin hepsi yolunur. Bütün umudunu yılın bir sezonunda kazanacağı domates parasına bağlayan çiftçinin halini, psikolojisini siz düşünün.

Yukarıdaki aşamaları aşağı yukarı yaptık ve domates kızarmaya başladı. Plastik kasa alınacak, kırmızı domatesler nazik bir şekilde toplanacak ve pazara götürülücek araca yüklenecek. Artık domates satılmaya hazırdır.

Buraya kadar bir ara verelim. Ben bildim bileli babam domates yetiştirir. Tarla domatesi daha fazlaydı bu seralar yaygınlaşmadan önce. Çocukluğumda en zor gelen işlerden biriydi domates dolu tenekeleri sırtımıza alıp kasalama işleminin yapıldığı yere taşımak. İki büklüm olurduk taşırken ve sırtımızı da iyi acıtırdı o teneke kaplar. Belki de bu işten caydığım için, ilk girdiğim Anadolu Liseleri sınavı ile kapağı daha on bir yaşında Bitlis’e attım. Şimdi pek kullanılmıyor o tenekeler ve tahta kasalar. Şimdiki gibi fidanlar hazır gelmiyordu o zamanlar. Tohum alınıyor ve sarma dediğimiz elenmiş hayvan gübreleriyle doldurulmuş küçük poşetlere atılıyordu. Bir yarış havasında geçerdi sarmayı tüp dediğimiz küçük poşetlere doldurma işi. En hızlı kim kaç tane dolduracak? Tüplere atılan tohumlar fidan olunca da tek tek sulanıp ilaçlanıp ağır tahta teskerelerle taşınıyordu dikilecek tarlaya veya seraya. Dölleme işlemi desen daha bir ölüm. Yok öyle bombus arıları. Tek tek çiçeklere içine değdiriliyordu dölleme sıvısı dolu tas. Dölleme sıvısı ‘özellikle’ diyorum ki, yıllarca birileri hormon zannetti bunu. Bombus arıları iyi çalışıyor şimdilerde çiçek çiçek. Damlama sistemi de yoktu bugünkü gibi, tek tek arık arık sulama yapılıyordu. Ve tabiî ki artezyen ve dalgıç sulama sistemi de yoktu. Suyu seraya getirmek için kanala kadar takip etmek zahmeti, bitmeyen su kavgaları, kırgınlıklar, dargınlıklar. Birçoğumuz gibi ben de nefret ederdim su boylama dediğimiz takip işine gitmeye. Mutlaka kavga olurdu. Biz en alt tarafta olduğumuz için en çok da biz yorulurduk. Kesiverirlerdi suyu yukarıdakiler. Yediğim okkalı bir tokat ile evden bıçağı alıp çıktığım an var ilk geliveren aklıma. Çocukluğumuzun bütün istekleri endekslenirdi domatese. Bisiklet, ayakkabı, ceket. “Domates işi bir kumardır” der hep babam, para edip etmemesi için ve hiç tükenmezdi çiftçinin yeni senesi.

Ve artık domates yüklü domatesimizi sürelim sebze haline. Sabah çok erken gitmek gerekir. İyi bir yere yanaşıp iyi fiyata satabilmektir amaç. İyi bir fiyata satabilirsen ne mutlu! Ne mutlu dediysem de para cebe girmeden sevinmemek lazım. Çok gitti çiftçinin parası bu memlekette dolandırıcı tüccarlarla. Hala gidiyor. Hala ödenmiyor alın teri, emek. Bir de, nedense düşürülmesi veya kaldırılması hiç gündeme gelmeyen % 12’lere varan vergi kesintileri var. Gelsin para yerine verilen ve ödenmeyen makbuzlar, ‘sonra gel, sonra gel, sonra gel’ ezberleri. Çektiğin çileye mi yanarsın, ödenmeyi bekleyen masraflara mı? Harçlık isteyen çocuğa mı, veresiye aldığın esnafa mı, pazar alışverişi için para soran hanıma mı? Kime yansın çiftçi? Hiç kimseye tabiî ki! Aylarca çalıştığı, emek verdiği ürününün karşılığını hakkıyla alsın yeter! Hep söylemişimdir, bizim insanımızın bu çalışmayla beş yıldızlı otellerde tatil yapması, çocuklarını en iyi okullarda okutması, iyi bir yaşam standardına sahip olması lazım. Elbette iyi para ettiği zamanlarda ev yapmıştır, araba almıştır çiftçi. Sofraya geldiğinde bile hormonlu, ilaçlı diye burun kıvrılan domatesin işciliği kolay mıdır, atığının bile sakınıldığı tarım ilaçlarıyla yaşamanın karşılığı bu mudur? Ya da bir şans mı olmalı para edip etmemesi?

Çiftçinin masrafı çıktıktan sonra elinde para kalabilecek şekilde domatesini satacağı asgari bir fiyat istikrarının olması gerekir. İhracatın bol olduğu dönemlerde bir bakmışsınız bir buçuk TL, iken şu anda olduğu gibi, bir bakmışsınız yirmi, yirmi beş kuruş ve alan soran yok. Pamuk ipliğine bağlı mübarek! Domatesin para edip etmemesinin birden fazla sebebi var. Sebze Halindeki Hal Müdürlüklerinden, belediyeden, odalardan, Tarım Müdürlükleri, bakanlık ve uluslar arası ilişkilere kadar sorumlu bir silsile ve bir o kadar da sorunlu bir silsile. Hallerin birleşememesi, çiftçinin yeterli düzeyde bilgilendirilememesi ve AB standartlarında ürün yetiştirilememesi, komisyonculuk sisteminin muğlâk olması, ihracat yapılabilen ülkelerin soğuk blokla sınırlı olması filan filan vs. Tek tek burada sıralayacak değilim bunları. Aklın yolu daima birdir. Yukardan başlarsak; tohumda İsrail, ilaç ve gübrede AB ülkeleriyle çalışıyoruz ama pazarda yokuz onlarla. Ukrayna ve Rusya gibi ülkelerden başka yok mu ihracat yapabileceğimiz ülke? Orta Asya’daki soydaşlarımız domates yemiyor mu? Bu ülkeleri çiftçi mi bulacak? Ülke, ülke dolaşıp pazar stratejisini çiftçi mi oluşturacak? O zaman ziraat fakültelerini yarısını pazarlamaya dönüştürelim. Sakın kimse fındıktaki örneği vermesin! Fındık ağaçlarını sökün karanfil seraları yapın destekleme verelim. Hadi söktük diyelim altın yumurtlayan ve tek övündüğümüz ihracat ürünü fındığı, karanfili kime satacağız? O seraları mesela, Ordu Çaybaşı’nın yamaçlarına nasıl yapacağız? Bitkilerin genleriyle oynayıp aynı kökte envayi çeşit renk üreten ülkelerle nasıl yarışacağız? ‘Çok üretiliyor, onun için para etmiyor, üretim sınırlandırılsın’ anlayışını da ciddiye almak bile mümkün değil. Pamuk, buğday ve tütün gibi örnekler ortada iken. Okullar olmasa, Millî eğitimi nasıl kolay yönetirdim zihniyetini andırıyor sanki. Dünya da tarım üretimi artıyorsa, pazar da o kadar daralıyor demektir. Yapılacak iş, ürün kalitesini yükseltmek ve ulaşım seçeneklerini zorlamaktır. Nasıl dünyanın değişik ülkelerinden ülkemizde yetişmeyen tarım ürünleri getiriliyorsa, pek tabiî ki oraya da domates götürülebilir. İlla, Rusya’nın keyfini mi takip edecek çiftçi? Serada yetiştirip satacağı domatesten başka geliri olmayan ailenin çocuğu kitap almak için illa Romanya ve Ukrayna’da havaların soğumasını mı bekleyecek? Nasıl ki, işsizlik oranı çok yüksek diye insanları ortadan kaldırmayı veya sınırlandırmayı düşünmüyorsak, üretimi sınırlandırmak da belki ‘en son çare’ olabilir, o da sağlıklı alternatifler oluşturulduktan sonra.

Unutmamak lazım ki, çiftçi huzurlu değilse, esnaf da huzursuz olur. Esnaf mutlu değilse, herkeste umutsuzluk başlar. Çiftçi üzerine düşeni yapmış ve yetiştirdiği domatesi pazara çekmiştir. Eğer halden boynu bükük ayrılıyor ve de domatesi iç çekerek dereye döküp gidiyorsa, burada çok ciddi sıkıntılar başlamış demektir. Komisyoncu, nakliyeci kamyoncu, hal yönetimi, belediyeler, odalar ve ilgili bakanlıkların ilçe ve belde birimleriyle konunun tüm yönleriyle masaya yatırılması kaçınılmazdır. Elbette yapılanlar olmuştur ama demek ki yeterli olmamış ki, bu sıkıntılar yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor

Umarım, Aralık ayından itibaren ihracat hızlanır, domates fiyatları yükselir ve çiftçi alın terinin karşılığını kurumadan alır. Yoksa bizim öğrenciler de başlar, verilen her ödev sayfasına “Ne olacak bu domatesin hali” diye yazmaya. Haftaya görüşünceye kadar sağlıklı ve huzurlu kalın.

Yukarı Çık