Eskiden misafirliğe gidildiği zaman, evde ilkokula giden çocuk varsa soru sormak adettendi. Bu soruların çoğu dikkat ölçmek için ya da hem oyalansınlar hem de latife olsun diye öylesine sorular olurdu. En meşhurları; “beşi beş kuruştan beş yumurta kaç kuruş eder?” ve “bir kilo pamuk mu ağırdır yoksa bir kilo demir mi?” idi. Soruyu duyan çocuk, okulda öğrendiği bilgiler ışığında, hemen hesap kitap yapmaya başlardı. Birkaç çocuk varsa kendi aralarında pamuk mu, demir mi tartışır dururlardı. Günümüzde de insanların zihinlerini meşgul etmek için bu tür sorular bilinçli olarak medya aracılığıyla kamuoyuna sürülüyor. Dünya küresel ısınma sürecinde mi, yoksa soğuyor mu? 2012 kıyamet yılı mı? Uzaylılar var mı? ABD’nin Ay’a ayak basmadığı doğru mu? Ve son haftaların meşhur tartışması; NASA gerçekte Mars’a gitti mi, gitmedi mi?
Eğitim başta olmak üzere, tarımdan spora kadar bir çok alanda ‘olması gerektiği yerde olmayan’ bir ülkenin fertleri olarak bu tür mevzulara vakit harcamak bize hiçbir fayda getirmez. Hâlâ, bir yasa çıkarılacağı zaman Avrupa normlarına bakma gereği hissedilen bir ülkede NASA’nın Mars fotoğraflarının gerçek mi sahte mi olduğunu tespit etmek bize ne kazandıracak? Kaldı ki giden biz olmadıktan sonra! Ülkemiz gerçeğine dair acı tespitler yaparak hepten karamsarlık tablosu çizecek değilim. Politik sahaya çekilerek sulandırılacak konulardan da örnek vermeyi düşünmüyorum. Sabah kalktığınızda aynanın karşısına geçtiğiniz zaman kullandığınız ürünlerin markalarına bakmanız yeterli. Üretildiği yeri bırakın patentine bakmanız bile durumu özetleyecektir.
Demem o ki; hepimiz işimizi en iyi şekilde yapalım. Günü kurtarmayı bırakıp konumumuzu enine boyuna sorgulayalım. Kulak tıkayıp durduğumuz haklı eleştirilere tekrar bakalım. Herkes işini en iyi şekilde hakkıyla yaptığı zaman zaten sorun kalmayacaktır. Aksine tartışmaların içinde boğulmaya devam edersek, başkalarının ürettikleriyle hava attığımızla kalacağız ve ermiş hacı Mehmet amcadan bir farkımız olmayacak. “Mehmet amca da kim” mi diyorsunuz? Buyurun okuyalım.
Köyün birisinde kendi halinde yaşayan Mehmet amca ömrünün son demlerinde elindeki öküzleri satmış hacca gitmiş. Hayatı boyunca askerlik dışında (o da yıllar önce) köyünden pek çıkmayan Mehmet amca, yaşlılığın da etkisiyle kafilenin arkasında kalarak da olsa kutsal topraklara ayak basmış. Medine’de kaldığı otelin önüne varınca bakmış kapılar karşısında kendiliğinden açılıyor.
– Allah Allah..!
– Erdim mi acep..! diye diye, düşünerek odasına girmiş. Odaya girer girmez bakmış lambalar bile kendiliğinden yanıyor. Bizim Mehmet amca iyiden iyiye keramet gösterdiğine inanmaya başlamış. Neyse, abdest almak için lavaboya gitmiş, oranın lambası da kendiliğinden yanmasın mı!
Mehmet amca artık kendinden emin halde abdest almak için ellerini uzatmış, bir de ne görsün! Elini uzatır uzatmaz musluğa dokunmadan şarıl şarıl sular akıyor..! Fotosel olayını bilmeyen hacı Mehmet amca bir “Allaaaaah” çekmiş iyice aşka gelmiş, hemen abdestini almış ve Ravza’ya koşmuş.
Ravza’ya varır varmaz kırklara karışmanın verdiği rahatlıkla, Hazreti Peygamberin kabrine doğru seslenmiş;
– Bak ya Resulallah bak kim geliyor..!
Herşeyin en iyisine en güzeline kavuşmanız dilekleriyle, tekrar buluşuncaya kadar sağlık ve mutlulukla kalın, hoşcakalın.