Her hafta farklı konularla buluştuğumuz köşemizde bu gün ilginç bir hikâyeye yer vermek istiyorum. Ancak, hikâyemize başlamadan önce bir uyarıyı yapmamız yerinde olacaktır. Bu hikâyede yer alan kişi ve olaylar tamamen hayal ürünü olup, gerçek kişi, kurum ve olaylar ile ilgisi yoktur. Hikâyeye adını da veren körlük fiziki anlamda değil algılama, anlayış ve değer yargıları açısından ele alınmıştır. Hikâyemizin değişik uyarlamalarına sıkça rastlamak mümkündür. Takip edenler hatırlayacaktır, ara ara yazılarımızda olağan olmayan insan davranışlarına vurgu yapıyoruz. Kendi penceremizden görünen şekliyle değerlendiriyoruz. İyiyi, güzeli ve doğruyu bulmak için tabiî ki. Bu kez, bir gezgincinin yaşadıklarından vurgu yapıyoruz.
Diyar diyar dolaşmayı, köy köy gezmeyi seven tek gözlü bir adam varmış. Dere tepe demeksizin sabah akşam yürürmüş. Bir gün uzaklarda, renkleri karmakarışık bir köy görmüş, alacalı bulacalı garip bir köy. Yaklaşmış köye doğru. Yolları bir tuhaf, evleri bir tuhaf, insanları bir tuhafmış. Köyün içine girince, anlamış meseleyi. Körler köyüymüş burası. Kadınların, erkeklerin, çocukların ve herkesin sımsıkı kapalıymış gözleri. Gezginci adam karar vermiş burada yaşamaya:
– Hiç değilse benim bir gözüm var, diyormuş. Körler ülkesinde şaşılar kral olur, derler. Ben de bunların başına geçer yaşarım.
Körlerin gözleri yokmuş ama elleri, kulakları, burunları çok hassasmış. Kendilerine göre kurdukları bir düzen içinde yaşayıp gidiyorlarmış. Adam şaşkın hallerine bakıyormuş onların. Yürümeleri, konuşmaları doğrusu başka türlüymüş. Bir gün körlerden biri öteki körün malını aşırmış. Ama bunu, sadece tek gözlü adam görmüş. Bağırarak ilan etmiş:
– O adamın malını şu adam çaldı. Körler:
– Nereden biliyorsun, o kadar uzaktan duyulmaz ki, demişler.
– Ben duymadım, gördüm. Gözüm var benim. Görüyorum.
Körler “bakmak” diye, “görmek” diye bir şey bilmiyorlarmış. Uzun yıllar içinde çoktan unutmuşlar bu hissi.
– Ne demek görmek? demişler. Nasıl görüyorsun yani? Duyulmayacak mesafeden anlıyor musun ne olup bittiğini?
-Anlıyorum tabii.
– İnanmayız, imtihan edeceğiz seni. Adamı almışlar, uzakça bir yere dikmişler. Tecrübeleriyle biliyorlarmış o uzaklıktan hiçbir şeyin işitilmeyeceğini.
– Anlat bakalım, şimdi biz ne yapıyoruz, demişler. Adam anlatmış:
– Oturuyorsunuz, konuşuyorsunuz, Şu ayağa kalktı, bu elini oynattı, beriki bacağını sallıyor, eğiliyor. Derken körler bir evin içine girmişler, bağırmışlar:
– Anlatsana…
– İçeri girdiniz göremiyorum ki… Körler bilmedikleri için içeri girmenin ne olduğunu:
– Ne olmuş yani içeri girmişsek. Birkaç adım fark etti, anlat anlat, demişler.
– Arada duvar var görmüyorum. Körler
– Sen atıyorsun, demişler. Demincek tesadüf etti. Bak, şimdi bilemiyorsun.
– Çıkın dışarı, söyleyeyim.
– Bu kadar uzaktan duyunca içerisi veya dışarısı, ne fark eder yani…
– Ben duymuyorum, ben görüyorum, diyormuş adam.
– Öyle şey olmaz, demişler. Sende bir bozukluk var. Saçmalıyorsun, acayip şeyler söylüyorsun. Hekime muayene ettireceğiz seni. Adamı yaka paça köyün hekimine götürmüşler. Hekim de kör tabii… Elleriyle yoklamaya başlamış adamı. Yoklamış ve parmaklarını adamın yüzünde gezdirirken:
– Buldum, demiş. Bozukluk burada! Adamın açık olan gözünü kastediyormuş hekim, diyormuş ki:
– Saçmalaması bundan dolayı, bizimkinden farklı olan burası. Ben şimdi hallederim, düzeltirim onu.
Adam anlamış ki gören gözünü de kör edecekler, can havliyle ellerinden zor kurtulup kaçmayı başarmış. Körler ülkesine kral olmaya kalkan gezginci zor bela kurtarmış kendini körlerin ellerinden.
Hikâyemiz bu şekilde bitiyor. Değerlendirmeyi ise sizlere bırakıyorum. İstediğiniz sonucu çıkarabilirsiniz. Haftaya görüşünceye kadar sağlıcakla kalın, hoşcakalın.