Halk arasında yıllardır anlatılagelen hikâyeler vardır. Yeri gelince anlatılır. Arkadaşlar arasında, sohbetlerde. Amaç bir mesaj vermektir. Uzun uzun cümleler sıralamak yerine bir hikâye anlatırsın özetler durumu. Anlatılanlar aynı olsa da isimler farklı olur bu hikâyelerde çoğu zaman. Mehmet, Rıza, Ahmet, Ali, Veli gibi. Lakaplarda değişir. Efendi, ağa, bey gibi. Hikâyenin yaşanıp yaşanmadığı da bilinmez. Önemli de değildir zaten. Okuyucularımızın malumu, bizde paylaşırız zaman zaman bu köşeden orijinal ve düşündüren hikâyeleri. Gündeme ilişkin olunca yoruma gerek kalmadan anlaşılır hemen meramımız. Değilse sorar dostlarımız karşılaşınca “ne iş?” diye. Çoğu zaman koyarız ortaya herkes yapar yorumunu kendine göre. Bu hikâyemizi de buna sayın. Gelsin ortaya!
Rıza Efendi müthiş bir baş ağrısıyla uyanır bir sabah. İlaç alır, geçmez. Bir iki gün bekler, ağrı devam eder. Doktor çağrılır. Doktor muayene eder, ağrı kesiciler verir, gider. Lakin Rıza Efendinin baş ağrısı artarak sürer. Üstüne üstlük baş ağrısı yanı sıra gözleri de yaşarmaya baslar. Başka doktorlar çağrılır. Rıza Efendi rivayete göre Uşak’ın ileri gelenlerindendir, ağrıyı kesene servet vaat eder. Doktorların hiçbiri ağrıyı durduramadığı gibi sebebini de bulamaz. Ev halkı birbirine karışır, baş ağrısından geceleri uyuyamayan Rıza Efendiyi İstanbul’a götürmeye karar verirler. İstanbul’da en iyi doktorlar seferber olur. Röntgenler, beyin tomografileri çekilir, testler yapılır. Görünüşe bakılırsa Rıza Efendi turp gibidir. Oysa dayanması gittikçe zorlaşan baş ağrısı ve gözyaşları hayatı çekilmez hale getirmiştir. Ağrı kesici iğnelerle zor ayakta duran Rıza Efendi bu defa da apar topar yurtdışına götürülür. O devirde Amerika değil İsviçre modadır ve Zürih’e gidilir. Haftalarca hastanede kalınır, onlarca profesör konsültasyon yapar, testler tekrarlanır.
Sonuç olumsuzdur. Rıza Efendiye teşhis konulamaz. Artık yerinden kalkamayan Rıza Efendiye ağrı kesici iğneler verilir, ülkesine dönüp dinlenmesi, daha doğrusu son günlerini evinde geçirmesi tavsiye edilir. Rıza Efendi bitkin, aile perişan. Uşak’a dönülür. Rıza Efendi yayla evinde bir odaya yatırılır ve ağrı kesici iğnelerle ölümü beklemeye başlar.
Bir gün, hastanın keyfi gelsin diye, Rıza Efendinin eski berberi Berber Mehmet çağrılır. Berber yataktan kalkamayan Rıza Efendiyi tıraş ederken, adamcağız derdini anlatır ve ölümü beklediğini söyler. Berber Mehmet bir an düşünür. “Beyim?” der, “Sakın sizin burnunuzda kıl dönmüş olmasın” Bir bakar, “Hah işte der. “Kıl dönmüş.” Rıza Efendinin şaşkın bakışlarına aldırmaksızın çantasından cımbızı kaptığı gibi kılı çeker. Ev halkı Rıza Efendinin köyü ayağa kaldıran çığlığıyla odaya koşar. Berber Mehmet, Rıza Efendinin elinden zor alınır ve cımbızın ucunda tuttuğu yirmi santimlik kılla kapı dışarı edilir. Rıza Efendinin kanayan burnuna pansumanlar yapılır, kolonyalar koklatılır ve yaşlı adam tekrar yatağına yatırılır. Ertesi sabah Rıza Efendi aylardır ilk defa rahat bir uykudan uyanır. Gözlerinin yaşarması geçmiştir. Baş ağrısından ise eser kalmamıştır. Dönen kılın sinire yürüyüp gittikçe uzayarak dayanılmaz ıstıraplara yol açtığını doktorlar ancak o zaman keşfeder. Çözümün bu kadar basit olabileceği kimsenin aklına gelmemiştir. Sapasağlam ayağa kalkan Rıza Efendi, Berber Mehmet’i çağırtır ve onu ödüllendirir.
Yeni yazılarla yeniden buluşuncaya kadar sağlıklı, huzurlu ve mutlu kalın. Hoşcakalın.