Pazarlama tekniklerinin son derece geliştiği bir çağda yaşıyoruz. Ürün ya da hizmet bile çoğu zaman pazarlamasının gölgesinde kalıyor. Televizyonlarda özel reklam kuşaklarında gösterilen ürünlerin nasıl pazarlandığını hepimiz biliyoruz. Sıradan, basit bir ürün bile “harika, vazgeçilmez, muhteşem” kelimeleri ile ifade ediliyor. Hani, insan bu ürünlerin böyle özellikleri olduğunu bu reklamlar olmasa öğrenemeyecekmiş gibi düşünmeye başlıyor. Kaliteli ve aldığı bedelin hakkını verenlere sözümüz yok ancak birçoğunun sadece iyi pazarlanmış olduğu ortaya çıkıveriyor. Pazarlamada kullanılan teknikler çok önemli. Bu konuda yapılmış binlerce araştırma var ve hala da çalışmalar yapılıyor. Pazarlama tekniği üzerine iki kısa hikâye aslında çok şeyi özetliyor.
Sigortacının biri sigorta yapabilmek için bir birliğe gider. Askerler bilgilendirme için büyük bir salona toplanır. Bizim sigortacı önce kendini, sonra sigortasını anlatmaya başlar. Grafiklerle ve örneklerle destekler anlattıklarını. En sona da en vurucu cümlelerini saklamıştır. “Ben size sigorta satmaya geldim. Sigorta olmayanlar savaşa gittiğinde beynine bir kurşun yerse, ailesi hiç para alamaz, sigortalı olanların ailesine ise, devlet yüklü bir para öder.” Ve sorar; “şimdi kimler sigorta yaptırmak istiyor?”
Kimseden ses çıkmaz. İki kez daha sorar ama yine cevap yok. Zaten salonda askerlerin kendi aralarında yaptığı sohbetten bir uğultu vardır. Sigortacının morali bozulur. Kimseyi sigorta yapamadan çıkıp gitmek durumunda kalmıştır. Tam gitmek üzereyken eski pazarlamacı bir asteğmen; “ben bunların anlayacağı dilden konuşurum. Eğer benim sigortamı ücretsiz yaparsan sana epeyce müşteri bulurum” der. Asteğmen konuşmaya başlar. “Şimdi bakın, sigorta olup da beynine kurşun yiyenlere devletin yüklü miktarda para ödeyeceğini duydunuz mu?” Askerler hep bir ağızdan “duyduk” derler.
-“Şimdi siz düşünün bakalım. Bundan sonra ilk çıkacak savaşta devlet, savaşa sigorta olanları mı, sigortasız olanları mı sürer?”
Bu sorunun ardından birkaç dakika geçmeden sigortacının masasının önü askerlerle dolmaya başlar.
***
Hong Konglu bir ayakkabı üreticisi, Güney Pasifik’teki ücra bir adada ayakkabıları için bir pazar olup olmadığını merak etmiş. Adaya bir sipariş alma sorumlusu göndermiş. Sipariş sorumlusu üstünkörü bir incelemeden sonra, şu telgrafı çekmiş; “Buradaki insanlar ayakkabı giymiyor. Pazar yok.” İkna olmayan Hong Konglu üretici, adaya bir satışçı daha göndermiş. Satışçı şu telgrafı çekmiş: “Buradaki insanlar ayakkabı giymiyor. Muazzam bir pazar var.” Satış temsilcisinin o kadar çok ayakkabısız ayak görüp coşmuş olmasından korkan üretici, adaya üçüncü bir kişi, bir pazarlamacı göndermiş. Bu pazarlama profesyoneli, kabile reisi ve birkaç yerliyle görüşmüş ve şu telgrafı çekmiş; “Buradaki insanlar ayakkabı giymiyor. Bunun sonucu olarak ayakları yara bere içinde. Şefe, ayakkabıların, bu insanların ayakla ilgili sorunlarının önlenmesine nasıl yardımcı olabileceğini gösterdim.”
Şimdi bu pazarlama konusu da nerden çıktı dediğinizi duyar gibiyim. Son günlerde yerel düzeyde yaşananlar bunları düşündürdü bana. Bilmem siz ne düşündünüz acaba? Yeni yazılarla buluşuncaya kadar sağlıklı, mutlu ve huzurlu kalın, hoşcakalın.