Adayların netleşmesi ile birlikte ülkemiz bir kez daha seçim atmosferine girmiş oldu. Bu kez Cumhurbaşkanı seçiyoruz. Daha önce TBMM’de milletvekillerinin oylarıyla seçilen Cumhurbaşkanı, 10 Ağustos 2014 Pazar günü, ilk kez doğrudan halkın oylarıyla seçilecek. Eğer yeterli çoğunluk sağlanamazsa yani bir aday % 50’yi aşamaz ise 24 Ağustos’ta, bu kez en çok oyu alan iki adayın arasından en çok oyu alan Cumhurbaşkanı seçilecek. Seçilecek diyoruz ama aslında seçtirilecek dersek daha doğru olur. Yapılacak seçimleri düzenleyen 6271 sayılı Cumhurbaşkanı Seçimi Kanununa göre, Cumhurbaşkanı adayı olabilmenin yolu en az yirmi milletvekilinin yazılı teklifini almakla mümkün. Bu sayı aynı zamanda bir siyasi partinin mecliste grup kurması için gereken sayı. Milletvekiliniz yoksa parti olarak aday gösterme imkânınız yok. Diyelim ki, % 9,9 ile barajı geçemediniz ve meclis dışında kaldınız, bu kez Cumhurbaşkanı adayı göstermek için gerekli % 10’a ulaşmak amacıyla % 0,1 için başka parti ile ortaklık yapmak zorundasınız. Ki bu ne kadar demokratik(!) olur?
Cumhurbaşkanlığı için üç aday ortaya çıktı işte, ne gerek var bunlara diyebilirsiniz. Ancak meseleyi farklı boyutlarıyla ortaya koymak durumundayız. Bu tespitleri tarihe not düşmeliyiz. Eğer “halk seçecek” diyorsak, halkın önüne seçenekleri daha somut ve tartışmasız kriterler ile koymalıyız. Örneğin; belli bir sayıda, on bin, yirmi bin gibi, seçmenin birlikte aday gösterebilme fırsatı olmalıydı. Ya da diğer genel ve mahalli seçimlere girme yeterliliği olan siyasi partiler kendi adaylarını gösterebilmeliydi. Mevcut sistemde milletvekili aday listelerine son şekli genel başkanların verdiğini göz önüne alırsak anlatmak istediğimiz daha iyi anlaşılacaktır. İkinci turda zaten en çok oyu alan iki aday yarışacak derseniz de sağlıksız birinci turun getireceği ikinci turun da çok anlam ifade etmeyeceğini söyleyebilirim. Bir şekilde bir kişi Cumhurbaşkanı seçilecek elbet, ancak adını demokrasi koyduysanız ve halk seçecek diyorsanız daha inandırıcı olmalı. Bunun dışındakiler olsa olsa rahmetli Erbakan’ın tanımladığı gibi ‘demokratur’ olur. Halkı yönetime alet etmek olur. Halk eliyle istediğini seçtirmek olur.
Mevcut parlamenter sistem içinde Cumhurbaşkanının konumu, bugüne kadar ve bundan sonraki Cumhurbaşkanlarının yürütme yetkisini kullanıp kullanmaması, hükümet ile ilişkiler, başkanlık sisteminin fiilen başlaması gibi konular önümüzdeki günlerin bolca tartışılacak konuları. Adaylar da tartışılacak, muhtemelen parti gözlükleri yine revaçta olacak. Önceki seçimlerde ve referandumlarda piyasası zengin, müşterisi bol karşıtlık söylemleri gırla gidecek. “Falanca gelirse memleket yeniden kurtulacak, ya da falanca gelmezse memleket batacak” şeklinde güzellemelerden geçilmeyecek. Bunlara girmeyi düşünmüyorum. Ülkemizin çok daha önemli sorunları olduğunu sizde biliyorsunuz. Kurumsal yapıları oturtmadan kişilere endeksli, her an her şeyin olabilirliğini mümkün kılan sistemlerde gelecek görmüyorum. Ancak vurgulamadan geçmeyeceğim bir husus var. Cumhurbaşkanı adayları logolarında güneşe vurgu yapılması. Güneşin doğması kullanıla kullanıla sıradanlaştı. Yeni hedefler asli değerler ile sembolize edilebilirdi. Belki de, Kâbe’nin Türkiye’ye bakan istikametinde bulunan Hatim bölgesinin şeklini almış hilali tercih eden Cumhurbaşkanı adayı olmalıydı.
Çok farklı anlamlar yüklense de yöneticilerin toplumun aynası olduğu gerçeğiyle, kendimizi değiştirmeden liderlerin milleti değiştirmesini beklemeyelim. Seçim yöntemi sorunlu olsa da, seçilecek 12. Cumhurbaşkanımızın vatana millete hayırlı olmasını ve yapacağı işlerle hayırlara vesile olmasını umuyorum, bekliyorum. Haftaya tekrar buluşabilmek umuduyla sağlıklı, huzurlu ve mutlu kalın, hoşcakalın.