Aylardan kasım ve yine bir öğretmenler günü bugün. Değişen dünyada birçok alanda olduğu gibi öğretmenlik ve öğretmenliğe bakış da aldı payını bu süreçten. Öğretmenin tesir oranı çok düştü artık öğrenciler ve öğrenenler üzerinde. Medya aldı en büyük payı ve artık o öğretiyor her şeyi. Eskiye özlem duyuyor değilim. Daha önce de yazdım öğretmenler günlerinde. Tekrara lüzum yok. Ancak, bir cümle ile öğretmenliğin her hangi bir büro memuru düzeyinde kabul edilmesinin doğru olmadığını belirterek sözü bir başka öğretmene bırakmak istiyorum. Eğitim Bir Sen’in “Unutamadığım Öğretmenim” konulu öğretmenlik hatıraları yarışmasında Türkiye birincisi olan Vedat Cihan’a ait olan “Misafir Şekeri” isimli yazının son bölümünü paylaşıyorum.
“…
Trabzon’dan gelmiştin. Daha ilk gün bizim gibi olduğunu anlamıştım. Bizden olduğunu daha doğrusu… Ayakkabıların toz içindeydi ve sanırım ayağını da sıkıyordu. Bunu en iyi ben bilirim öğretmenim, ben hissederim. Ceketin de sanki emanet gibiydi. “Ne insanlar gördüm üstünde elbise yok, ne elbiseler gördüm içinde insan yok. ” der Mevlâna. İğreti ceket, tozlu ayakkabı… Olsun ne önemi var sanki bunların? Ödünç ceketin içinde adam vardı, bunu biliyordum. Altın sarısı kasımpatı gülüşün, parmak izin kadar eşsizdi. Çok zaman sonra öğrendim anacığının bir tek ineğinizin sütüyle seni okutup muallim yapabildiğini. Kursağından geçen en lüks kahvaltılığın kuymak olduğunu. Benim anam da peynir, zeytin olmadığında, gerçi ikisi bir arada hiçbir zaman bulunmadı ya, mısır ununa su katıp doyururdu karnımızı. Bizim kuymağımızın tek eksiği sizinkinden, tuzlu peynir yoktu içinde. Hayatının en anlamlı, en önemli gününde, yani öğretmenliğinin ilk gününde diyemezdim sana tabii ki: Öğretmenim, boyayayım ayakkabılarınızı!” diye.
…
Evet, neftî bir gün bugün benim için. Bu yaşta kara deyip karalar bağlamak olmaz tabii ki. Hayatımın yeşil mevsimindeyim henüz. Ama bugün karaya çalan nefti bir gündeyim. 24 Kasım Öğretmenler Günü bugün. İlk Öğretmenler Günü’n… İlk hediyeyi ben vermeliyim sana. Unutamayacağın bir hediye olmalı bu. Fakat dün hava yağmurluydu ve işler kesattı. Hani fiyatını bildiğim için, bu çocuk okur adam olur nişanesini verdiğin o en değerli nimeti bile alamamıştım dün. Bugün sabah olmasını istemedim hiç. Lâkin gece F-4 hızıyla geçti ve anamın: “Hadi oğlum, geç kalacaksın okula!” sözünden ilk defa iğrendim bugün. “Hastayım anne!” dediğimde ebedi dostum belirdi yine yüzümde. Kim bilir arkadaşlarım ne cicili bicili paketlerle mübarek ellerini öpecekler bugün. Okul çıkışında sıra arkadaşım Yüksel uğradı. Sınıfta göremeyince ilk işin beni sormak olmuş. Seni tanıdıkça örnek almıştım kendime. Senin gibi öğretmen olacaktım. Seni kıskanıp biraz da rakip görmüştüm kendime hani. Seni her konuda geçecektim. Beni sorduğunu Yüksel’den öğrenince bana bir gol atıp yine öne geçmiştin. Ama biliyor musun ilk defa bir yenilgiden haz aldım bugün.
Geç de olsa bu ilk Öğretmenler Günü’nde seni yalnız bırakmanın yanlış olacağını düşündüm. Evine gelmeye karar verdim. Kara ellerimle, sana ak paketler getirmeyi çok istedim. Nice zaman sonra şimşekler çaktı kafamda. Evet, sana verebileceğim ve tam da sana layık bir hediye vardı yatağımın altında. Geçen bayram komşumun elini öptüğümde aldığım ilk jelatinli misafir şekeri. Bonbon çağından jelâtin çağına geçişimin bu ilk ibaresini saklamıştım unutulmaz bir anı diye. Belki de kıyamamıştım yemeye. Özel bir günü bekliyorlardı önceleri platonik aşkım sonra müebbetliğim olan ilk göz ağrımın bana verdiği pembe mektup zarfının içinde. Bu özel ödül ancak sana yakışırdı öğretmenim. Çaldım kapını akşamleyin, senin aşina olduğun Karadeniz’in hırçın yağmurları gibi. Yağmur, deniz, kemençe, odun ateşinde harlanmış ve nara dönmüş sıcak ekmek ve tereyağı, tulum ve horon senin için yaşamdı, romantizmdi. Daha önce anlatmıştın da biliyorum tüm bunları. Elini öpüp de iki mavi jelâtini eline sıkıştırdığımda, şaşırmıştın. “Bunlar ne?” demiştin şaşkınlıkla. “Misafir şekeri öğretmenim; yoksa sen de mi bilmiyorsun tadını?” dediğimde “Tamam da n’olacak bunlar?” demiştin. “Komşu vermişti, saklamıştım. Size Öğretmenler Günü hediyesi…” demeyi başardığımda Karadeniz’e doğudan ve batıdan gelen yağmurlar birleşip sel olup akmıştı. Ne set kaldı o günden sonra aramızda ne de ket. İlk yasağını koymuştun sınıfta ertesi gün: “Her türlü hediye yasak!” diye.
…
Kırmızı kurdele ve nazar boncuğu iliştirip diplomanın yanına astığın şekerler yerinde duruyor mu hâlâ öğretmenim?
…
Unuttum kelebeğin ömrünü ve türlerini, Amerika’nın ne yana düştüğünü, aya ilk gidenin kim olduğunu, savaşların nedenlerini ve sonuçlarını… Lâkin unutmadım kara ellerden ve alın terinden utanmanın yanlış olduğunu… Unutmadım nefti akşamların maviye dönüşebileceğini…
Seni bir ben unutmadım, bir de evin reisi hanesine yazdığından beri omuzları dik alnı kırışık, fındık gugarı elli anam. Kim bilir şimdi neredesin, ne yapıyorsun, hangi yürekleri ısıtıyorsun? Hani belki uzaklarda bir yerlerde beni merak ediyorsan, hemen söyleyeyim: Ellerim hâlâ kara; ama dediğin gibi, istediğin gibi alnım ak. Hem de apak öğretmenim…”
Tüm öğretmenlerimize başarı, huzur ve mutluluk dolu günler temenni ediyorum. Yeni yazılarda görüşmek üzere sağlıklı ve mutlu kalın, hoşcakalın.