‘Önce dört ayaklı, sonra iki ayaklı ve en son üç ayaklı olan canlı hangisidir’ sorusunu duymuşsunuzdur. Düşünmüşüzdür çoğu zaman. Acaba nedir diye. Elbette sorunun cevabı insandır. Doğduğu zaman emekleyerek başlar hayata dört ayağını kullanarak, sonra iki ayağının üzerinde durur uzunca bir süre. İstisnalar vardır mutlaka. Yaşlanınca baston eklenir insana üçüncü ayak gibi. Vazgeçilmez bir parçasıdır artık yaşamın. Bu yazımızda bastona yer vermek istiyorum. Belki de hiç okumadınız bir baston yazısı. Anadolu Gençlik Dergisinin Ocak sayısında güzel bir yazı kaleme almış Muharrem Çelik, bastonu anlatan. “Yaş bastona dayanınca” adını verdiği yazısında gözden kaçırdıklarımızı hatırlatıyor bizlere. Birlikte okuyalım.
“Fiziksel değişimler dönemlere göre ihtiyaçları beraberinde doğurmuşlardır. Henüz dünyaya merhaba diyen bebeğin her zaman bebek olarak yaşamını sürdürmesini düşünmek elbette yanlış olur. Yeni doğan bebeğin doğumundan itibaren ihtiyaçları ortaya çıkar. Zaman geçtikçe çocukluk ve hiç bitmeyeceğini zannettiğimiz gençlik yıllarımıza basarız. Hayatın en anlamlı ve önemli dönemi gençlik yıllarıdır. İnsanoğlu bu dönemde hayaller kurar, icatlarla haşır neşir olur. En atik dönemin bitmeyeceğini zannedip kuvvetin fiziksel güzelliğin aklın hep öyle durup hayatın bu şekilde noktalanacağı hayallerine kapılırız. Her nedense çevremizdeki yaşlıları görmemezlikten geliriz. Artık yaş ilerlemiş Allah’ın verdiği gençlik yerini ihtiyarlığa devretmiştir. Bitmez tükenmez bildiğimiz kuvvet yok olunca gündelik hayatı sürdürebilmemiz için çeşitli ihtiyaçlarımızın ortaya çıktığını görürüz.
Yerimizden kalkmak için bir asa ya da baston hayata tutturur ve bizi ayağa kaldırır. Böylece baston hayatımızda önemli bir yer edinir. Çoğumuz dedelerimizin ve ninelerimizin bastonlarını hatırlar vefat etmiş olan bu büyüklerimizin bu özel eşyasına gözümüz gibi bakarız. Çünkü onları gördükçe anılar gözlerimizde canlanır. İhtiyaçtan kaynaklanıp hayatımıza giren baston, Anadolu’nun birçok kentinde bastonculuk mesleği olarak karşımıza çıkar. Baston el sanatlarımızın vazgeçilmez bir öğesi birçok insanımızın ekmek teknesi, yaşlıların yoldaşıdır. Yapılışı bin bir zahmetle olan bastonlar bugün ülkemizde bazı illerde kendisinden övgüyle söz ettirir. Bunların başında Devrek, Kastamonu, Gaziantep, Bitlis, İstanbul gibi iller gelir. En özel bastonların başında kızılcık dalı ve ceviz ağacından yapılanlar gelir. Bastonlar başlarına verilen şekle göre isimlendirilir. Bunlar at başı, yılanbaşı, kurt başı, balık başı, kartal başı vb. olarak görülebilir. Özel verniklerle parlatılır. Gövde kısımları ise gül, kiraz, abanoz, kızılcık, bambu, kamış gibi ağaçlarla yapılmaktadır. Sap kısımları ise gümüş altın sedef gibi malzemelerden yapılır.
Bir dönemler moda haline gelen bastonlar kıyafetlerin tamamlayıcı öğesiydi. Üsküdar’a giderken aldı da bir yağmur adlı türküyü herkes bilir. Bu türküyü canlandıranlar muhakkak bastonla tamamlar. Özellikle okullar tarafından törenlerde canlandırılan bu türkü hem kültürel açıdan hem de medeniyet açısından önemli işaretler bırakır. Baston sanatın edebiyatın vazgeçilmez öğesi şiirin ve türkülerin ilham kaynağıdır. Oğuz Yılmaz’ın baston havası adlı parçasını dinlerken hem neşeleniyor hem bilgileniyoruz. Tiyatroda meddahlık oyunu bastonla tamamlanır. Sandalyesine oturan meddah sözlerinin dikkat çekebilmesi için sık sık bastonunu yere vurur. Baston aynı zamanda hem fıkraların hem de atasözlerimizin de önemli birer öğesidir.
Bastonu sadece yaşlılar mı kullanır ya da günümüzde sadece ahşap bastonlar mı kullanılır diye merak etmiş olabiliriz. Baston özellikle görme engellilerin gözü görevinin görür. Onların hayatta rahat davranması bastonla gerçekleşir. Görme engellilerden kullanım için yaş aramaz. Bazen de ortopedik hastalar ya da kaza geçirmiş bireyler için de baston önemli bir yer tutar. Yaya olarak seyahat edenler yanında muhakkak baston ya da asa bulundurur. Onların koruyuculuğunu baston üstlenir. Hatta bu tür durumlardaki insanların bastonlarında görünümde görünmeyen fakat açıldığı zaman kesici ya da sivri nesneleri içinde sakladığını bilmekteyiz.
Günümüzde ahşap dışında birçok baston çeşitleri kullanılmaktadır. Metal plastik vb. dünyada en çok yaygın olan da metal olarak bilinen görme engellilerin kullandığı beyaz bastondur. İslam tarihinde de birçok peygamber baston veya asa ile ilgilendiği ve bunlarla insanlara ders verdiğine şahit oluyoruz. Dünya hayatının yavaş yavaş bittiğini ve ölümü haber veren baston bizi ahiret hayatına hazırlamada önemli rol oynar. Her gün bastonuyla caminin yolunu tutan yaşlıları gören gençler şunu da unutmamaları gerekir. Ölüm yaşlılara has değil nice bastonsuzlarda bu dünyada geçti gitti ve niceleri de gidecektir. Bunun için yaşın bastona dayanmasını beklemeden ölüme her an hazırlık yapmak durumundayız.
Hz. Musa’nın asası Kur’an’da dahi Allah tarafından övgüyle anlatılıyor. İnkârcıların ve sihirbazların asanın karşısındaki acziyetlerinin neticesinde İslam’ı benimsemeleri dikkatlerimizi ister istemez yine asaya çeviriyor. Yine Musa (as)’ın firavundan kaçarken Allah tarafından Kızıl denizi yarması için vur emrinde de asanın rolünün büyüklüğünü, Allah Teâla tarafından asaya verdiği görevin nasıl yerine getirdiğini görüyoruz. Bundan dolayı da Musa (as)’ın asası birçok kitabın konusu ve ilham kaynağı olmuştur. Özellikle Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin risalesinde Asay-Musa eseri önemli yer tutar. Bastonları doğuran asalar olduğunu hiçbir zaman unutmamak lazım. Allah bastonsuz bir hayat iman kuvveti hepimize nasip etsin.
İki ayağımızı üç etmeden kıymetini bilmek zamanın. Ölümün hak olduğunu biliyoruz ve iman ediyoruz. Ama ihtiyarlığın geleceğini pek aklımıza getirmiyoruz. Allah aklımızı son anımıza kadar muhafaza buyursun. Kuran’dan, sünnetten ayrılmadan ömrümüzü tamamlamayı nasip etsin. Temennimiz bastona muhtaç olmayalım, olursak da hakkıyla kullananlardan olalım Hz. Musa gibi.” Son cümleyi benim söylememe bırakmamış yazar. Ben de yazarın temennisine katılarak bitireyim. Baston deyip geçmeyin! Tekrar buluşuncaya kadar sağlıklı, mutlu ve huzurlu kalın, hoşcakalın.