2019 yılı Mart ayı sonunda yapılacak olan yerel seçim süreci resmen olmasa da fiilen başladı. “Öne alınacak, alınıyor” denilse de seçim muhtemelen(!) zamanında yapılacak. Çünkü Anayasa’da yerel seçimlerin beş yılda bir yapılacağı yer almıştır. 2014 yılında seçilen mahalli idarelerin temsilcilerinin görev süresi de bu doğrultuda 2019 yılı Mart ile birlikte sona erecek. Diğer taraftan seçimin zamanı konusunda çok fazla kafa yormak gereksizdir. Yaşadığımız coğrafya ve zaman diliminde her an her şey olabilir! İlginçtir bu yazının satırlara dökülmeye başlandığı saatlerde medyaya “bir büyükşehir belediye başkanının daha görevinden ayrıldığı” haberleri düşmeye başladı. Ankara, İstanbul ve Bursa gibi büyükşehirlerin belediye başkanları başta olmak üzere birçok belediye başkanı görevinden kendi isteğiyle(!) ayrılırken, en son Ordu Büyükşehir Belediyesi başkanı bu akıbeti yaşamış oldu. İlginçtir, 2012 yılı sonunda yasalaşan 6360 Sayılı Kanun ile büyükşehir olamayan Ordu, dört beş ay sonra çıkarılan kanun ile büyükşehir belediyesi olan il ünvanına sahip. Umarız bu (büyükşehir başkanlarının) beşincisi ile son olur bu tuhaf süreç. (Bu paragrafta yapılan değerlendirmeye terör vb. suçlarla adli ve idari kararlarla görevinden alınanlar ve milletvekilliği, bakanlık vb. nedenlerle ayrılanlar dâhil edilmemiştir.)
Görev süresi dolmadan belediye başkanlığını bırakan belediye başkanları hakkında sorulması gereken o kadar çok soru olmasına rağmen bunların maalesef tamamına yakını cevapsız kalacaktır, kalmıştır. Çok boyutlu değerlendirilmeye muhtaç “yaşananlara” kabaca bir bakalım. (Resmiyette kendi istekleri(!) gibi görünse de, günlerce direnenleri, ağlayanları ve Twitter’da sitem dolu ifadeleri paylaşanları unutmak kolay olmayacaktır.) Öncelikle belediye başkanları neden görev süreleri dolmadan ayrıldıklarını ya da zorunda kaldıklarını kamuoyu ile paylaşmamışlardır. Belediye başkanlığı makamı ve dolayısıyla bağlı yetkiler 5 yıl süre için bu başkanlara emanet edilmiştir. Ortada çok ciddi emanete sahip çıkamama durumu vardır. Başkanların görevlerini bıraktıracak kadar güçlü nedenler varsa süreç içerisinde neden müdahale edilmemiştir? Belediye meclis üyeleri her yıl faaliyet raporları ile denetleme yükümlülükleri olan başkanlara nasıl seyirci kalmışlar? Başkan ile birlikte meclis üyelerinin de görevlerinden ayrılması daha ahlaki olmaz mıydı? İdari vesayet makamları bu durumun neresindedir? Diğer taraftan halk kendi seçtiği(!) belediye başkanlarına neden sahip çıkmıyor, çıkamıyor? Medya neden bu ve benzeri sorulara ekranlarında ve sayfalarında yer vermiyor ya da veremiyor?
Özet yapmak mümkün aslında. Ülkemizde seçim sistemi ve Siyasi Partiler Kanunu bu yaşananlara ve hatta daha ötesine müsait bir yapıdadır. Süreç bozuktur, sonucu da öyle!
- Belediye başkan adayları siyasi partiler tarafından belirlenmektedir. (Her nasıl olacaksa o seçim bölgesinde yaşayan herkese hizmet edileceği falan söylenir. Kimse de bu duruma itiraz etmediği gibi “kazananın haklı olduğu” gerekçesi ortalarda dolaşır durur) Hatta partilerin o dönem yöneticileri tarafından, ilçe ve il başkanlarının ya da genel merkezden birilerinin falancalarının filancalarının iki dudağı arasından çıkacak isimlere bakılır. Parasının olup olmadığı, arkasında cemaat, lobi vb. olup olmadığı önde gelen kriterlerdir. Ehliyet, liyakat, sözüne güvenilirlik, yönetme, karar verme, toplumun ortak değerlerine sahip çıkma gibi özellikler aranmaz. Sözde vardır ama uygulamada etkisiz eleman gibidir bu vasıflar. “Ne yapmıştır? Hayatında neyi başarmıştır? Neleri yapabilecek kapasitesi vardır?” sorulmaz.
- İstisnalar dışında, iktidar ya da muhalefet partisinden başka partiden aday olanın hiç şansı olmadığına dair kabul edilmiş bir inanç vardır. Kaldı ki seçilmiş olsa bile mevcut idari sistemde çok fazla bir şey yapamayacağı (ya da yaptırmayacakları(!) yine diğer bir peşin kabuldür. Çünkü ülkemizde modern kent yönetim anlayışı bir türlü hayata geçirilememiştir. Belediye başkanlarının belde, ilçe ve illerinde hizmet üretmekten daha önce gelen, “bürokraside işleri hızlandırma, falancaya iş bulma, terfi, her protokolde boy gösterme, muhtelif ideolojileri destekleme, müdür, şef vb. atattırma ya da görevden aldırma” gibi burada yer verilemeyecek birçok (mevzuatta yer almamasına ve hatta yasak ve gayriahlaki olmasına rağmen) görevleri vardır. Bunlardan arta kalan zaman olursa seçildiği bölgenin imar, altyapı, ulaşım gibi sorunlarına eğilecek, kentsel hizmetleri yürütmekle görevleri personelini denetleyecek, aksayan hizmetlere müdahale edecek, mevcut hizmetlerle birlikte kentin geleceğine dair planlama ve projeleri için istişareler yapacaktır.
- Seçimleri kazanmak için “her yolun meşru kabul edilmesi” gibi hastalıklı bir anlayış vardır. Gerçekleştirilemeyecek vaatleri saymak, şahsa özel sözler vermek sıradanlaşmıştır. Zaman zaman ölçüsüz harcamalar yapılmaktadır. Neden ve niçin? Ateşten bir gömlek olan yetki ve sorumluluk makamı için aldatma, hile ve illegaliteye nasıl müsaade edilebilir? İlginçtir bu durum seçimden sonra “kazanan için” seçim sürecindeki tüm gayrimeşru yol ve yöntemlerin uyanıklık ve marifet olarak gösterilmesiyle devam eder.
- Emanet edilen yetki ve toplumun ortak mallarına ilişkin sağlıklı bir denetim mekanizması bulunmamaktadır. Mevzuat ile sabit mekanizmalar bile sorunlu maalesef. Sağlıksız bir seçim sürecinden sonra sağlıksız bir yönetime bile ortak bir kabul(!) var. Aday gösteren partinin yetkilileri bir şey sormaz, gidişatı sorgulamaz. Meclis üyeleri görevlerinden bihaber toplantıdan toplantıya görülür. Sivil toplum kuruluşlarının denetimi ise suçtur. Bırak kamusal sorumluluk adına denetimi görüş belirtmenin bile bir bedeli vardır. Yerel basın yazamaz, yazarsa başına gelecekleri bilir! Halkın denetimi ise “bir sonraki seçimde oy vermemek” ile sınırlıdır ve diğer seçime kadar zaten unutulur.
- Seçim sürecinde izahı zor işler kolaylıkla yapılıyor. Mahalli idare seçiminden çok bir partinin geleceği, bir gövde gösterisi, bir şeyleri ispatlama, had bildirmeye ve hatta ölüm-kalım savaşına dönüşüyor. Ve gayet normal karşılanıyor bu saçmalıklar. Kimse sormuyor “bizi 5 yıl idare edecek kişiyi belirlerken bunların ne alakası var” diye. Kent yönetimi kanunları, tüzükleri, yönetmelikleri yok mu? Adli boyut yok mu? (İngiltere’de şahit olduğum bir yerel seçim günü karşılaştırma yapmak adına önemli buluyorum. Oy kullanılan yerlerde ve okul bahçelerinde parti yetkilileri dolup taşmıyor. Sandık başında da 2 ihtiyar var. Oy kullanma bölgesi camdan şeffaf. Seçimden önce konvoylar, parti mitingleri, mahalle gezileri olmadı. Aylar öncesinden kamuoyu şahıs merkezli meşgul edilmiyor. Kurumsallık ve ekip gücü önde. “Falanca olursa uçarız, filanca olunca biteriz” yok) Nedense bu güne kadar uçan ve uçuranlara hesap soran da yok ortada.
Bu maddelere devam edilebilir ancak bitirelim. Bir köşe yazısında olabileceği kadar olsun. Eskiden çocukluk oyunlarında hayali görev dağılımları yapılırdı. Baba, başkan vb. gözde roller için ise son kararı kaba kuvveti en üstün olan verirdi. Hatta oyun esnasında bile bu gücü kullanarak rolü değiştirirdi. Birazda (tebessüm ederek yazıyorum) belediye başkanlarının durumu bunu hatırlatıyor. Sonuç olarak; yaşadığımız belde, ilçe, il ve büyükşehirlerin yöneticilerini sağlıklı bir şekilde belirleyemiyoruz. Belirledikten sonrada durum değişmiyor. Şehirlerimizin durumu ortada. Particilikle, cemaatçilikle, “bizim adam, benim işi yaptı-yapacak” anlayışıyla, duygusallıkla vatan millet diyerek görmezlikten geliyoruz. Gelmeye devam ediyoruz. Bırakın geleceğe ilişkin projeksiyonlar oluşturmayı durum tespiti yapmaya bile korkuluyor. Başkanlık “başkancılığa” dönüşüyor. Ve böylece yıllardır oynamaktan bıkmadığımız orta oyunundan bir türlü kurtulamıyoruz. Vakit var hala, hadi gelin, 2019 seçimleri öncesi bari oturup düşünelim. Başkancılık oynamayı bırakalım artık! Başkanlar, meclis üyeleri seçelim. Haftaya tekrar buluşabilmek temennileriyle sağlıklı, huzurlu ve mutlu kalın, hoşcakalın.
Mesut Koç – 20.09.2018