“İşte bu yüzden buradayız. Çünkü bu küçük gri taşların (onabtanium) kilosu yirmi milyondan gidiyor. Burada olmamızın tek nedeni bu! Tüm bu çalışmaları bu karşılıyor. Senin bilimsel deneylerini de bu karşılıyor. Fakat o vahşiler tüm operasyonumuzu tehlikeye atıyorlar.”
İki buçuk saatlik bilim kurgu filmi Avatar’da geçen bir konuşma bu. Geçen yıl gösterime giren ve oldukça ilgi gören film üzerine çok şeyler söylendi ve yazıldı. Görsel efektleri, çoğunluğunun bilgisayar animasyonları olması ve izlenme rekorları kırması bir tarafa filmin verdiği mesajlar da tartışma konusu oldu. Hollywood ürünü filmi uzun uzun değerlendirecek değilim. Amerikan sinemasının dünyayı kendi çıkarları doğrultusunda belli kalıplara yönlendirmek için yaptığı filmleri bilgisayar desteğiyle allayıp pullamasına çarpıcı görselliklerle zenginleştirmesine rağmen, çare bulamadığı iki acizliğine vurgu yapmak istiyorum. Önce yeni izleme fırsatı bulduğum filmi izlemeyenler için kısaca özetleyeyim. Her zaman olduğu gibi, Amerika’nın işgal etmiş olduğu Vietnam vb. bilumum ülkelerde savaşmış bir asker var. Iskartaya çıkmış bu asker bilim adamı kardeşinin yerine kendilerine ‘Na’vi’ adını veren, insandan daha büyük ve güçlü, mavi derili zeki canlıların yaşadığı Pandora gezegenine gönderilir. Gezegende bulunan bir şirket var ve amacı orada bulunan çok değerli bir madeni ele geçirmek. Karşılarında engel ise Na’viler. Onları oradan göndermek isteyen şirketin, barışçı ve diplomatik çözümleri savunan bilim ekibi ile güç kullanılmasında ısrarcı olan askerler arasında sürekli çekişme var. Na’vilerle arabuluculuk gerektiği için bilim adamları yeni bir teknoloji uygulamaya konur. İnsan DNA’sı ile Na’vi DNA’sı eşleştirilip, laboratuar ortamında melez canlılar oluşturuluyor. Bu bilinçsiz bedenler, sadece kendi DNA’larına sahip olan insanlar tarafından uzaktan kumanda ediliyor ve adına avatar deniyor. Kahraman(!) asker Na’vilerin arasına karışıyor ve onlara kendini sevdiriyor. Ve tabiî ki onların prensesine âşık oluyor. Başlangıçta onları oradan göndermeyi sağlayacak bilgiler elde etmek için giden asker aşkın ve ne idüğü belirsiz gücün sayesinde insafa gelir ve taraf değiştirir. Ağır kayıplarla da olsa mutlu son gelir. Iskartaya çıkmış bir asker bile bir gezegeni kurtarıverir.
Filmlerde istediği mesajları verebilmek için yapmış oldukları işlerin gerekçesini de ortaya koymak zorunda kalıyorlar. Sömürgeci anlayışları ortaya çıkıveriyor. Yaptıkları çalışmaların amacının ne olduğu beliriveriyor. Yazımızın girişinde yaptığımız alıntı Avatar filminde geçmesine rağmen gerçekte de bundan hiçbir farkı yok. Afganistan, Somali, Irak ve daha niceleri… Nihai hedefe götürecek başlangıçlar da hep aynı. Oldukça şirin ve kulağa hoş gelen şeyler; “onlar için okullar kurduk, İngilizce öğrettik…”
Bir diğer acizlikleri ise daha da ilginç. Filmde ‘iyiler’ kurtulacak ancak ellerinde hiç silah yok. Donanım olarak çok zayıflar. Bu filmde de diğerlerinin genelinde olduğu gibi oklar, mızraklar ana silahlar. En son teknolojiye sahip devasa silahların mağlup olması için bir güç icat ediyorlar. Kendi ifadeleriyle mistik, gizemli bir ‘ruh’ oluşturuyorlar. Onun yardımıyla iyileri kazandırıyorlar. Bu ‘ruh’ bazen bir ağaç, bazen doğa, bazen bir bulut, heykel oluyor. Ve binlerce Hollywood filminde olduğu gibi, sanki büyük bir iş kotarmış gibi kuruluyorlar. Ya kendi oluşturdukları yalan dünyanın dışına çıkamıyorlar ya da işlerine öyle geliyor. Tevhit inancına, âlemleri kusursuz yaratan ve kıyamete kadar sürdürecek Allah’ın yardımına yer vermiyorlar. Bu filmde kullandıkları kurtarma sahnesinin Kur-an’da Fil suresi ile anlatılan ve yaşanmış ebabil kuşları hadisesi olduğunu görmüyorlar. Galiba tarihte okumuyorlar. Sayıca ve imkân olarak nice orduların büyük ve güçlü orduları dize nasıl getirdiğini düşünmek istemiyorlar. Belki de, Bedir’i, Malazgirt’i, Selahattin Eyyübi’yi, Çanakkale’yi, Kurtuluş Savaşını, Kıbrıs’ı hiç duymadılar. Duymadılar ki, buradaki haklılara yardım eden gücü anlatsınlar. İyilere Allah’ın nasıl yardım ettiğini hakkıyla filme alsınlar. Yazımızın başlığındaki soruya dönersek, Avatar hikayeyi ortaya sermiş ancak sonucunda çuvallamıştır. Verilmesi gereken asıl mesajı, bugüne değin yaptığı üzere çarpıtmış ve saptırmıştır. Dileğimiz bu tür aldatmacaların olmadığı, doğru mesajların verildiği filmlerin artmasıdır. Haftaya görüşünceye kadar Allah’a emanet olun, hoşcakalın.