Kendi ihtiyacımız olunca aklımıza gelen, başkaları feryat ederken oralı bile olmadığımız ya da olamadığımız şey adalettir. Bir kısır döngü vardır aslında. “Adalet herkese ihtiyaçtır” sözünü çok özümsediğimizi de düşünmüyorum. Güç ve yetki elde iken başka elden gidince başka olmaktadır çoğu zaman. Şikâyet ettiğimiz meselelere kenara çekilip bir baksak, çoğunun bu minval üzere olduğunu göreceğiz. Bu konuda yazmayı düşünürken Murat Berk’in yazısını okudum Genç İstikbal dergisinin şubat sayısında. “Ey okur, adil olun!” diye sesleniyor. Birlikte okuyalım yazıyı.
“İnançlarımızın, dünya görüşümüzün ve varoluş tarzımızın giderek irtifa kaybetmesi, yara alıp parçalanması, ihmal ve ihlal edilmesi, gündemden düşürülmesi algısal bir kirlilik, bilinç kötürümlüğü ve vicdan kararması yüzündendir. Bunda da temel saik bize ait olan dönemlerinde kullandığımız ölçüler, tanımlar, kalıplar giderek değerini yitiriyor. Küresel çapta standartlaşma süreçlerini kabul edenler, kötülüklerin yeşermesine, yaygınlaşmasına göz yumuyor demektir. Sağlam temeller üzerine inşa edilmeyen Hak anlayışı zamanla Güç’ün esiri haline gelecektir.
Nitekim kişisel, grupsal toplumsal çıkarlar doğrultusunda bu esaret hali bir diğerinin mağduriyeti, yok olması üzerinden kendini tanımlayacak ve haklılığını ortaya koymaya çalışacaktır. Böylesi bir denklemde ne bireyin ahlakı nede toplumun ahlakı adaletten yana olmayacaktır. İçinde bulunduğu gurubun, hizbin haklılığını ortaya çıkarmaya çalışacak ve olan nihayetinde kimliğe olacaktır. Yakın zamanda yaşanan gelişmeler gösterdi ki adaleti göreceli uygulamak sadece mağduriyetler doğurmuyor aynı zamanda toplumsal bütünlüğü ve adaletin topluma sunduğu güvenceyi ortadan kaldırıyor. Yaşanabilir bir dünya umudu, “hak” temelli bir adalet anlayışı ile sağlanabilir. Bu anlayış, kendi hayatının öznesi olmuş, kendi hayatının öznesi olmuş, kendi içerisinde adaleti temin etmiş fert ve toplumlarla şekillenecektir. Sadece kendi hayatının ve kendi aidiyet gurubunun refahını huzurunu düşünen topluluklar huzur ve toplumsal barışı temin edemezler. Bu bakımdan dalgalı bir süreci beraberinde yaşamaya mecbur kalırlar. Bu mecburiyet aslında toplumun tümüne huzursuzluk, güvensizlik olarak yansıyacaktır. Ahlak anlayışını sadece kadın erkek ilişkilerine indiren bir toplumda hak ihlalleri, iltimas, rüşvet ve haksız kazanç normalleşerek toplumun kokuşmasına vesile olur. Aynı zamanda başkasının mahremini açık etme, belden aşağı vurma, bir kişinin günahını ortaya dökmekte aynı kokuşmanın diğer yüzüdür. Burada toplumun geri kalanını bu iki kötülükten hangisi ehven noktasında bırakmak da kokuşmanın, yozlaşmanın zirve noktasını teşkil eder.
Sonuç itibarıyla menfaatin kardeş kıldığı topluluklar ilk vartada birbirini satacaktır. Kimin gücü kime yeterse o onu alt etmeye ve diğerinin parasını da ele geçirmeye gayret edecektir. Merhum Erbakan Hocanın ifadesiyle söylersek; “biz de herkes kardeşi için yaşar, menfaati öldürmenin en kolay yolu budur”.
Adaletin herkese lazım olduğunu unutmadan, kul hakkını ihlal etmeden bir hesap gününün varlığına inanan insan asla haksızlık ve adaletsizlik yapamaz. Çünkü bilir ki hesap var, muhasip var. Yargıçlar aklar veya yargılar ama bir insan önce kendi içinde yargılamalı, aklanacaksa vicdanında aklanmalı… Nihayetinde tuz kurtlanırsa ol vakit, yeryüzü yangın yeri olur. Vicdanına seslenerek sor balalım, “adaletin bu mu?”
Tarih bizlere, hayatlarını mutlak inançları ve anlamları yaşamaya adayanların, bütün varlıklarını ortaya koyarak gerçekleştirdikleri destansı “hak ve adalet” mücadelelerle; ideolojik, hizbi, politik fırtınaları aştıklarını gösterir. Bizim öfkemiz adaletimizin önüne geçemez. Biz şifa dağıtmaya memur olduysak hastamızla kavga edemeyiz. Adaletten ayrılmayın emrinin korumasında bütün zorlu engelleri aşabileceğimizi biliyoruz. Ey okur, “adil olun”.
Haftaya buluşuncaya kadar sağlıklı, huzurlu ve mutlu kalın, hoşcakalın.