2009-2010 eğitim öğretim yılı, önceki yıllarda olduğu gibi, olağan bir şekilde başladı. Bu yıl, bir milyon üç yüz yedi bin minik öğrenci daha ilköğretim okullarında sıraya geçtiler, kollarını uzattılar ve verilecek talimatları beklemeye başladılar. Böylece onlar için yeni bir dönemde başlamış oldu. Onların okul heyecanlarını tarif etmek tabiki mümkün değil. Yeni bir ortam, yeni yeni insanlar. Bu günü iple çekenler bile oldu. Abileri ablaları giderken onları gıpta ile seyreden çocuklar bugün sevinçle okul bahçelerindeki yerlerini aldılar. Anne babaları hangi okul, hangi öğretmen diye düşünüp kafa yorarken onlar bu tartışmaların uzağında sıralarına çoktan oturdular bile. Onlar heyecanla beklerken acaba onları eğitecek olan dörtyüz yirmisekiz bin öğretmen aynı coşkuyu hissediyor mu? Ya da onları okul bahçesinde merakla bekleyen veliler ne düşünüyor? Dahası, meşhur ifadesiyle yetmiş milyon insan ne bekliyor?…
Gerçek Fethiye Gazetesinde yer alan bu ilk köşe yazısında bu konuda, bir beyin jimnastiği yapmak, sıradanlaşan bazı konulara dikkat çekmek gayesindeyim. Gerçek Fethiye Gazetesine her perşembe farklı konularda sizlerle buluşma fırsatını sağlayan ekibe de teşekkür ediyorum. İnşallah birkaç iyi şeye vesile olabiliriz.
Eğitim konusu elbette öyle sıradan bir köşe yazısının kapsamı ile özetlenemez. Kaldı ki, Millî Eğitim Şuraları bile artık bunu başaramıyor. Millî Eğitim Bakanlığının çağrısıyla eğitime yön verecek genel ilkeleri saptamak amacıyla toplanması gereken şura en son 2006 yılında toplanmış. Alınan kararların hayata geçip geçmediği tartışılan bu son şuradan sonra 18.’sinin ise ne zaman yapılacağı bilinmiyor. Anayasa başta olmak üzere yasa ve yönetmeliklerle ana çerçevesi belirlenen eğitim politikamızın hızla değişen bilgi ve iletişim çağında hangi minval üzere hayata geçtiği ve hedeflerin gerçekleşip gerçekleşmediği daha çok tartışılacak gibi görünüyor. Okul öncesi öğrencileri ve birinci sınıf öğrencilerinin okula uyum sürecini kolaylaştırmak için okula bir hafta önce başlamaları uygulaması gibi bazı projelerin başarılı olmasına rağmen; sık sık, orta öğretim ve yükseköğretime geçiş sistemlerinin değiştirilmesi, sınav sistemlerinde yeni düzenlemelerin yapılması eğitim sistemimizde hala bazı taşların yerine oturmadığının en bariz göstergesi. Önceden sık sık yönetim değişikliğinin mazeret gösterildiği bu uygulama farklıları için bunu söylemek de mümkün değil. Eğitim politikasında çok kısa zamanda köklü değişiklikler yapmak ne kadar isabetli olmuştur. Özel eğitim ve yaygın eğitimin de resmi eğitime kafa tuttuğu günümüzde, artık sürekli Avrupa ülkelerini örnek almanında bir cazibesi kalmamıştır.
Görünen o ki; eğitim konusu çok önemli ve burada alınacak kararların süreci de sağlıklı olmalı. En önemlisi de eğitim ve öğretimin uygulayıcısı öğretmenlerin ve okul idarecilerinin karar süreçlerine aktif katılımları şart. Çünkü uygulayıcı onlar. Süreci yaşayan onlar. Zümreler, seminerler, toplantılar, raporlar hep beyaz a4 kağıtlar üzerinde kalmıştır. Öğrenciler neyi tartışıyor? Öğretmenlere okutulmak üzere tebliğ edilen müfredat ne? Öğretmen bilgisayar öğretmek için bilgisayar bulunmayan sınıfa girecek elinde kitapla. Çocukların ise çoktan kullandıkları e-posta adresleri, ‘facebook’ hesapları ve hatta internet siteleri var. Yabancı dil öğrenecekler, yine bildik sıralar, alışılmış öğrenci masaları ve yeni basılmış kitaplar. Örnekler her ders için saymakla bitmez. Öğretmen idareye sorar, idare derslik bulmakla meşgul. Çünkü öğrenci sayısı hızla artmış ama okul sayısı artmamış. Kamuoyu da kılık kıyafeti tartışıyor. Mavi mi olsun siyah mı? Yoksa hepsi renk renk mi olsa? Tek tip olduktan sonra ne farkı var ki kıyafetin renginin? Yine sıraya geçmeyecek mi bunlar? Yine ayağa kalkmayacak mı öğrenciler? Yine, kalmayacak mı öğretmenler ve okullar sorunlarıyla baş başa?
Yeri gelmişken artık, en azından liselerde şu hazırol vaziyetini bir tartışmaya açsak. Üniversitede olmuyor da bir şeyler eksik mi kalıyor? Hem mevzuatımızda aynı şeyleri buyur muyor mu? “Olur mu ya!, daha neler? Eskiden bu böylemiydi!” dediğinizi duyar gibiyim. Yoksa siz de aynı şeyi mi söylüyorsunuz: “Sıradaki gelsiiiiiiiiin.”