Dünyanın Değişmeyen Yüzü

Hızla değişiyor dünya deniyor çoğu zaman. Herhalde teknolojik gelişmelere, uçsuz bucaksız yollara ve dev şehir binalarına bakılarak söyleniyor bu cümle. Haksız da sayılmazlar çünkü dağlar delinip tüneller inşa edilebiliyor, tepeler düzlenip yeni nehirler akıtılıyor. Haritalar bile değişiyor çok kısa süreler içinde. İşte en son örnek, Sudan. Ortadoğu da süren olayların sonunda haritası değişecek ya da değiştirilecek ülkeleri kestirmek ise zor değil.

Evet, bunlar değişen yüzü dünyanın, peki değişmeyen yüzünde ne var? Dünyanın değişmeyen yüzünde bir kıpırtı yok. Ezenler ve ezilenler diğer bir ifade ile sömürenler ve sömürülenler. İnsanlık tarihinden beri yaşananlar bir tarafa şurada kendi müşahede ettiklerimiz bile aynen devam ediyor. Çocukluğumuzda başladık duymaya İsrail’in Filistin’i işgalini ve göz göre göre insanlık katliamını. Bugün doğanlarda duyacak. Çeçenistan’ı, Afganistan’ı anlamaya çalıştık yıllarca. Türkiye Kıbrıs Sorunu, Doğu Türkistan, Sudan, Somali ve daha nice burada uzun uzun yazamadığım, özellikle Müslüman coğrafyalarda yaşananlar. Bir de içimizi yakan açlık ve yoksulluk fotoğraflarının bitmediği Afrika. Yine, haklı olarak yardım çağrıları dolduracak Afrika için mübarek Ramazan ayını. Peki, sonrası, yine hiçbir şey değişmeyecek, yıllarca değişmediği gibi. Afrika gerçeğini Milli Gazete’den Abdülkadir Özkan, ‘Açlar ölürken toklar stok yapıyor’ başlıklı yazısıyla bir kez daha ortaya sermiş. Birlikte okuyalım.

“Afrika yıllardan beri açlıkla boğuşuyor. Bu durum Batılı emperyalistlerin bu kıtaya kurtarıcı(!) olarak gitmeye başladığı yıllardan itibaren başladı. Açlık sebebiyle göçler yaşanıyor, insanlar bir lokma yiyecek bulmak için çıktıkları yollarda ölüyor. Ulaşabildikleri kamplarda da gerekli yiyecekleri kolay bulmaları mümkün değil. Afrika’nın çeşitli ülkelerinde oluşturulmuş olan kampların ciddi olarak bir işe yarmadığı görülüyor. Çünkü özellikle Kenya, Somali, Cibuti ve Eritre’de son üç yıldır yaşanan kuraklık felakete dönüşmüş durumda. Somali’de yaşanan sefaletten kurtulmak için 6 çocuğu ile yola çıkan bir kadının yolda 4 çocuğunu açlıktan kaybetmiş olması sanıyorum felaketin boyutlarını anlatmaya yeter. BM’nin güya insanları yardıma alıştırmamak için balık vermek yerine balık tutmayı öğretmek gibi yaklaşımı da anlamını yitirmiştir. Çünkü Afrika’da yaşanan felaketin boyutları insanların eline oltayı verseniz bile deniz ya da göl kıyısına gelip burada balık tutmaya dayanacak güçlerinin kalmadığını gösteriyor. Bu noktada yapılacak iş insanların açlığına çare bulmaktır balık tutmayı öğretmenin zamanı değildir. Olayın diğer boyutu ise AB ülkeleri ile ABD’nin doymak bilmez iştihaları sebebiyle denizlerde balık bırakmadıkları, açlığın esas sebebinin bu çılgın sömürü olduğudur. Sömürgeciler dünyanın tüm zenginliklerini yıllardan beri sömürürken ne var ki sadece karınlarını doyurmakla yetinmemiş yıllarca ihtiyaçlarını karşılayacak gıda maddesi stoklamışlardır. Bugün Afrika’da ve dünyanın çeşitli köşelerinde insanlar açlıktan ölürken bu stokçuların ellerindekinin bir bölümünü bu insanlarla paylaşmak akıllarına gelmiyor. Çünkü emperyalist sömürgeciler hep alırlar, sıra vermeye gelince dünyanın diğer ülkelerini yardıma çağırırlar. İnsanları acındırarak yardım toplamaya çıkarlar.

Aslında dünyanın imkânları herkese yeter. Önemli olan bu zenginliklerin adil paylaşılabilmesidir. İşte insanlık bu noktada sınıfta kalıyor. Özellikle de dünyaya nizamat(!) vermeye kalkan sömürgeci güçlerin vatandaşları fazla yemekten giderek şişmanlarken ve bu sebeple çeşitli hastalıklara yakalanırken bile elindekinin bir bölümünü paylaşmayı düşünmemeleri Batı kültürünün insanlığı mesut edemeyeceğinin açık göstergesidir. Maddenin putlaştırıldığı bir dünyada tek güç eğer maddi değerler olmuş ise o anlayıştan paylaşma, tüm insanların insan olarak aynı değere sahip olduğunu kabul etmesini beklemek doğru olmaz.

Afrika’da kuraklık sonucu dayanılmaz boyutlara ulaşan açlığın mağdurlarının hangi dine ve ırka mensup olduğu önemli değildir. Bizim inancımızın öğretisi budur. Buna karşılık sömürgeciler bir yandan kendi inançlarını zorla yaymaya çalışırken öbür yandan bu kıtanın tüm zenginliklerini hortumla emmektedirler. Batılı sömürgeciler için Afrikalı uzun yıllar köle olarak görülmüş, şimdi ise geçmişin ücretsiz köleleri karın tokluğuna çalıştırılan ikinci hatta üçüncü sınıf insan haline getirilmiştir. Kısacası Afrikalı Batılılar için isteneni yapmak durumunda olan yaratıklar olarak görülmekte buna karşılık kendilerini hiçbir sorumluluk altında hissetmemektedirler. Başta çağdaş ABD imparatorluğu(!) kendisini dünyanın jandarması ve efendisi olarak görmektedir. Bu anlayıştır ki dünyanın önemli bir kesiminde insanlar karın topluğuna mahkûmken bir bölümü patlayıncaya kadar yemekte, bununla da yetinmemekte 10 yıl yetecek gıda maddeleri depolamaktadırlar. Bu anlayışın yıkılması gerekiyor. Bu anlayışın insanlığı mutlu, dünyayı huzurlu kılması mümkün değildir. Çünkü sömürgecilerin anlayışında vicdana, yüreğe, kısacası kalbe yer yoktur. Eğer aksi olsaydı insanlar Afrika’da açlıktan ölmez, BM gibi birtakım uluslararası örgütler sadece işin lafı ve reklamı peşinde olmazlardı.”

Libya’da silahlar susmuyor, komşumuz Suriye’de insanlar Ramazan ayı bile demeden kime hizmet ettiğini bilmedikleri iç çatışmalarda kırılıyorlar. Dünyanın değişmeyen yüzü değişmiyor ama birileri hissettirmeden bizim algılarımızı ve hassasiyetlerimizi değiştirmeye çalışıyor. On bir eylül ve benzeri filmlerle ezenleri şirin ve masum göstererek onların dostluklarına(!) mecburuz demeye getiriyor. Tüm insanlığın huzur içinde yaşadığı bir dünya temennileriyle, haftaya köşemizde buluşuncaya kadar hoşcakalın.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Yukarı Çık