Tarihe geçen olaylar yaşayanları için ne kadar zor ise daha sonra anlatılması da bir o kadar zordur. Her anı geniş bir şekilde vurgulansa bile atmosferi izah etmek mümkün değildir. Günümüzde bile aynı durum geçerlidir. Bir olayın içinde bulunursunuz, sonra anlatılanlara bir bakarsınız, orada olup olmadığınızı bile sorgulamaya başlarsınız. Tarih nasıl anlatılacak peki? Aynı hadiseye farklı farklı değerlendirmeler yapılır. Elbette tek bir bakış olsun diyemeyiz. Bu tartışma tarihçilerin işi. Fakat ortada bariz bir şekilde duranları da paylaşmadan geçmeyelim.
Okuma listemdeki Mustafa Armağan’ın Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı kitabının sonlarına gelmişken bir televizyon kanalında Kanuni Sultan Süleyman dönemini anlatan dizi ve tartışmaları gündeme oturuverdi. Tartışmalara bakınca Abdülhamid döneminin de, malum dizi örneğinde olduğu gibi yanlış anlatıldığı ve aktarıldığına bir kez daha şahit oldum. Vatana ihanet ettiği gibi akla ve mantığa bile şok geçirten iddialara muhatap kalan Abdülhamid’i bakın Fransız tarihçi François Georgeon nasıl anlatmış; “Abdülhamid kadar olumsuz koşullarda tahta çıkmış bir hükümdar az bulunur. 1876’da Sultan olduğunda, Osmanlı imparatorluğu her yerinden su alan bir gemi gibidir. Balkanlar da yeni ayaklanmaların tehdidi altındadır. Mali açıdan tam bir iflas söz konusudur. Avrupa kamuoyu amansızca saldırmaktadır. Büyük Güçler de Osmanlı’ya düşmandır. Tahta çıktıktan dokuz ay sonra patlak veren Rus Harbi tüm zamanını alır, daha önce esine rastlanmamış bir felaketle sonuçlanır, yeni sultan bozguna ve barisin çok ağır bedeline göğüs germek zorunda kalır. İçeride iktidarını kuran Abdülhamid o zaman gerçek çapını gösterebilmiş ve ortaya, imtiyazları konusunda son derece kıskanç, ülkesinin korunmasına ve kalkınmasına tutkuyla bağlı, tam bir devlet adamı çıkmıştır. İmparatorluğa yakıştırılan “hasta adam” nitelemesini asla kabul etmeyen Abdülhamid, Osmanlı devletini ne pahasına olursa olsun güçlendirmeye ve gerçek yerine tekrar kavuşturmaya kararlıydı.”
İzahı ve ispatı olmayan iftiralara yer vermeyi dahi ismine haksızlık saydığım büyük lider Abdülhamid ile ilgili Mustafa Armağan’ın dikkat çektiği noktaya bakalım. “Böylesine aşındırıcı bunalımlarla etrafının kuşatıldığı kritik bir dönemde iç, dış, sosyal, siyasi ve iktisadi ilişkiler kompleksinin kıskacında kalmış bir coğrafyada, nasıl olur da hasta adam denilen bir yapının içinden deha çapında iş bilir bir politikacı ve devlet adamı çıkıp da işleri toparlıyor ve bütün bu gelişmelerin ülkesi ve bölgesi üzerindeki olumsuz etkilerini en azından 30 yıllığına buzdolabına koyup dondurabiliyor? Dahası, devletin bekasını temin uğruna bir zaman kazanma sürecine sokuyor, üstelik bunları da hiç hesapta olmayan şaşırtıcı bir performansla başarabiliyor.”
Nedense hiç bahsetmez malum tarihçilerimiz ilk otomobilin Abdülhamid döneminde ülkeye girdiğini ve ilk modern eczanenin onun zamanında açıldığını. Ve daha birçok yazılmayanı ve yazıl-a-mayanı. Aslında burada Abdülhamid’i örnek verdik ama bu haksızlık tüm Osmanlı tarihimize yapılmıştır. Daha da önemlisi, İslamiyet’in bayraktarlığı ile başlayan dönem bilinçli bir şekilde gözden kaçırılmış, olmadı çarpıtılmıştır. Sultan Alparslan’ın kaç kitabı yazılmış, hangi zaferleri sinema filmi yapılmıştır? Tarihin akışında imkânsızı başarmış kahramanlıklarımızın hangisi uluslararası hafızalara kazınabilmiştir? Robin Hood ve Cesur Yürek kadar kendi televizyonlarımızda bile yer bulabilmiş midir? Soru çok. Cevap yok! Muhteşem Yüzyıl adıyla, güya Kanuni Sultan Süleyman dönemini anlatacak dizi ise bu anlayışın sadece son örneğidir. Öncekilerde olduğu gibi, dönemin Cihan İmparatorluğunu yöneten şahsiyeti de farklı kimliklere büründürmeye çalışmak yaşanan gerçekleri asla değiştirmeyecektir. Belki, asrın zihne takla attırma mucizeleri arasında yerini alabilir ama kalpler deki sevgi, saygı ve hürmeti asla sarsamaz.
Kendi tarihi geçmişine atılan iftiralara sessiz kalanlara diyecek sözümüz yok. Ama görevi, ‘geçmişini gelecek nesillere aslına sadık kalarak devretmek’ olanlara ‘vazifenizi bilin ve hakkıyla yapın’ diyorum. Yeni yazılarda buluşuncaya kadar, sağlıklı ve mutlu kalın, hoşcakalın.