Birlikte toplum olarak yaşadığımız dünya hayatında herkesin kendine ait bir âlemi var. Tanzimi tamamıyla şahsımıza ait olduğumuz için bu alemin sorumluluğunu almış oluyoruz. Kendi iç âlemimizden çıktığımız anda ise diğer insanlarla olan her iletişimimiz onlarla bir hukuk oluşturuyor. Bu hukukun hakkaniyetle var olabilmesi ve sağlıklı işleyebilmesi ise, ‘doğru ve yanlış’ olarak adlandırdığımız davranış şekillerine bağlı. Davranış şekilleri de iç dünyamızdaki ‘iyi ve kötü’nün etkisi altında. İyi ve kötüyü ayırt etme meziyetine sahip insan güzel davranış sonunda kazançlı çıkarken yanlış bir davranışın sonunda da zarar görebilmektedir. Kötü bir davranışın insanı nerelere sürüklediğini oldukça güzel anlatan hikâyeyi birlikte okuyalım.
Dervişin biri eski İstanbul sokaklarında, “Sen doğru ol, kötü belasını bulur. Sen doğru ol kötü belasını bulur.” diye diye dolaşıyormuş. Padişahın biri tebdil-i kıyafet çarşıda gezerken dervişin sözlerini duymuş, ilgisini çekmiş ve dervişe:
-Her gün sarayıma gel seninle muhabbet ederiz ‘demiş. Dervişimiz ertesi gün sarayın kapısına gitmiş padişahın karşısına çıkarılmış sohbet muhabbet zaman geçmiş saraydan ayrılırken padişah dervişin cebine bir altın konulmasını emretmiş. Sarayın dışında dervişimizi takip eden sahte derviş kılıklı biri yanına yanaşmış:
-Ya arkadaş, padişah seni neden saraya davet etti, derdi ne? diye sormuş. Her gün bir altın aldığını da öğrenince, ‘onun yaptığı işi ben de yaparım’ diye düşünmüş. Sormuş,
-Ya kardeş, her gün ben de seninle gelsem rahatsız olmazsın değil mi?’ demiş belki padişah bana da bir altın verir çoluk çocuğum nasiplenir.’ İyi dervişimiz:
-Padişahım kabul ederse neden olmasın sende gelirsin tabii ‘demiş. Gel zaman git zaman padişah her muhabbet sonrası bir ona bir öbürüne birer altın verdirir olmuş. Sahte derviş bir sabah gerçek dervişimizi çorba içmeye davet etmiş. Garsona da gizlice arkadaşının çorbasına bol sarımsak koymasını tembihlemiş. Gerçek dervişin padişahımla muhabbet ederken kötü kokarım sözlerine de teselli edecek çareler üretmiş. “ağzına mendil tutarsın” kardeşim demiş. O gün aynen böyle olmuş bizim derviş ağzını mendille örterek padişahla söyleşisini sürdürmüş. Bu arada sahte derviş fırsat bulduğunda padişahın kulağına eğilip;
-Efendim arkadaşım ağzını mendille neden kapatıyordu biliyor musunuz? Ağzınız kokuyormuş o kokuyu duymamak için demiş. Padişah çok sinirlenmiş çağırın o dervişi demiş. Gerçek dervişimize sarayın fırıncısına verilmek üzere bir pusula vermiş ve:
-Al bunu fırıncıya götür demiş. Okuma yazması olmayan gerçek derviş kapıdan çıkıp fırıncıya gidecekken sahte derviş:
-İstersen ver o pusulayı ben götüreyim fırıncıya, belki padişah ekmek lütfetmiştir çocuklara götürürüm senin ekmeğe ihtiyacın mı olur? demiş. Onunda okuması yok, pusula böylece sahte dervişin elinden fırıncıya ulaşmış. Fırıncı kâğıtta yazılan ‘bunu sana getireni kızgın fırına at’ emrini hemen yerine getirip sahte dervişi alev alev yanan kızgın fırına yollamış. Ertesi gün gerçek derviş yine saraya gelmiş. Padişah şaşırmış;
-Hayrola sen dün fırıncıya gitmedin mi? diye sormuş. Derviş de olanları bir bir anlatmış. Padişah dervişin kulağına eğilmiş:
-Sen doğru ol, kötü belasını bulur demiş. İyiyi ve güzeli yaşayıp ve yaşattığımız mutlu ve huzurlu günler temennisiyle tekrar buluşuncaya kadar hoşcakalın.