Günlük hayatın koşuşturmacası içinde bazı olaylar vardır. Bizi çok üzer. Bir türlü kabullenmek istemeyiz. ‘Keşke’li cümleler uzar gider. Bazen de öyle olaylar olur çok seviniriz ama uzun vadede bakarız ki sevindiğimiz kadar yoktur aslında. Tez canlıyızdır bir nevi. Sonucuna günlerce kafa yorduğumuz olaylarda çoğu zaman ‘iyi ki böyle olmuş’ dedirtir insana. Yaşadığı her şeyden tecrübe alan ve ona göre hareket eden büyüklerimizden bilge insanlar bizlere bu durumu özetlemiştir aslında. Arzu ettikleri bir işe başlarken bile ‘hayırlısıysa olsun’ derler. Hayırlı olmayacaksa razı olacaklarını da baştan kabullenerek çıkacak sonuçtan etkilenmezler. ‘Hayırlısı buymuş’ deyip ileriye bakarlar.
Yazılarımızın bir çoğunda yaptığımız gibi yine hikayeler ile meramımıza açıklık getirelim. Şöyle ki; Bir zamanlar Afrika’daki bir ülkede hüküm süren bir kral vardı. Kral, daha çocukluğundan itibaren arkadaş olduğu, birlikte büyüdüğü bir dostunu hiç yanından ayırmazdı. Nereye gitse onu da beraberinde götürürdü. Kralın bu arkadaşının ise değişik bir huyu vardı. İster kendi başına gelsin ister başkasının, ister iyi olsun ister kötü, her olay karşısında hep aynı şeyi söylerdi:
-Bunda da bir hayır var!
Bir gün kralla arkadaşı birlikte ava çıktılar. Kralın arkadaşı tüfekleri dolduruyor, krala veriyor, kral da ateş ediyordu. Arkadaşı muhtemelen tüfeklerden birini doldururken bir yanlışlık yaptı ve kral ateş ederken tüfeği geriye doğru patladı ve kralın başparmağı koptu. Durumu gören arkadaşı her zamanki her zamanki sözünü söyledi:
-Bunda da bir hayır var! Kral acı ve öfkeyle bağırdı:
-Bunda hayır filan yok! Görmüyor musun, parmağım koptu? Ve sonra da kızgınlığı geçmediği için arkadaşını zindana attırdı.
Bir yıl kadar sonra, kral insan yiyen kabilelerin yaşadığı ve aslında uzak durması gereken bir bölgede birkaç adamıyla birlikte avlanıyordu. Yamyamlar onları ele geçirdiler ve köylerine götürdüler. Ellerini, ayaklarını bağladılar ve köyün meydanına odun yığdılar. Sonra da odunların ortasına diktikleri direklere bağladılar. Tam odunları tutuşturmaya geliyorlardı ki, kralın başparmağının olmadığını fark ettiler. Bu kabile, batıl inançları nedeniyle uzuvlarından biri eksik olan insanları yemiyordu. Böyle bir insanı yedikleri takdirde başlarına kötü olaylar geleceğine inanıyorlardı. Bu korkuyla, kralı çözdüler ve salıverdiler. Diğer adamları ise pişirip yediler.
Sarayına döndüğünde, kurtuluşunun kopuk parmağı sayesinde gerçekleştiğini anlayan kral, onca yıllık arkadaşına reva gördüğü muameleden dolayı pişman oldu. Hemen zindana koştu ve zindandan çıkardığı arkadaşına başından geçenleri bir bir anlattı.
-Haklıymışsın! dedi. Parmağımın kopmasında gerçekten de bir hayır varmış. İşte bu yüzden, seni bu kadar uzun süre zindanda tuttuğum için özür diliyorum. Yaptığım çok haksız ve kötü bir şeydi.
-Hayır, diye karşılık verdi arkadaşı. Bunda da bir hayır var. -Ne diyorsun Allah aşkına? diye hayretle bağırdı kral. Bir arkadaşımı bir yıl boyunca zindanda tutmanın neresinde hayır olabilir?
-Düşünsene, ben zindanda olmasaydım, seninle birlikte avda olurdum, değil mi? Ve sonrasını düşünsene.
* * *
Köyün birinde yaşlı bir adam varmış. Ama kral bile onu kıskanırmış. Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki. Kral at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış. Bir sabah kalkmışlar ki, at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış. “Seni ihtiyar bunak! Bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var ne de atın” demişler. İhtiyar “karar vermek için acele etmeyin” demiş. Sadece ‘at kayıp’ deyin. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı, bunu henüz bilmiyoruz. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez.”
Aradan 15 gün geçmeden, at bir gece ansızın dönmüş. Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de, vadideki on iki vahşi atı peşine takıp getirmiş. Köylüler, ihtiyar adamın etrafına toplanıp özür dilemişler. “Babalık atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için. Şimdi bir at sürün var.” “Karar vermek için gene acele ediyorsunuz” demiş ihtiyar. Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz.” Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara. “Bir kez daha haklı çıktın” demişler. “bu atlar yüzünden tek oğlun bacağını uzun süre kullanamayacak. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın” demişler. İhtiyar “siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz” diye cevap vermiş. “o kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru? Sonra neler olacağı size asla bildirilmez.”
Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile ülkeye saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya esir düşüp köle diye satılacağını herkes biliyormuş. Köylüler, gene ihtiyara gelmişler. “Gene haklı olduğun kanıtlandı” demişler. “Oğlunun bacağı kırık, ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla köye dönemeyecekler.” “Siz erken karar vermeye devam edin” demiş, ihtiyar. Oysa bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde. Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu zamanla göreceksiniz.”
Elbette bunlar sonuçta hikâye. Ama aslolan verdiği mesaj değil mi zaten. Dinimizde de buyrulmuş, yaşadığımız olumsuzlukların bizi sarsmaması gerektiği. Bakara Suresi 216. ayette; “Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.” Yazının başında da dediğim gibi günlük hayatta çok şey yaşıyoruz üzüldüğümüz ya da sevindiğimiz. Biliyorum, başta şahsım için çok zor ama, elimizden geleni yapmaya devam ederken bir taraftan da söylemeye devam edelim; “Hakkımızda hayırlısı olsun”, ve de “hayırlı ise olsun.” Görüşünceye kadar sağlıcakla kalın.