Yeni Dünya Düzenine Geçiş Provaları Başladı

Yeni Dünya Düzeni

2011 yılında İslam coğrafyasında başlayan sözde “Bahar” sürecinin rengi, Suriye ve Libya’da yaşanan olaylarla gün yüzüne çıkmıştı. İslam coğrafyasındaki halklar arasında düşmanlıkların arttırılması, İsrail’in güvenliğini teminat altına alınması ve Müslüman halkların yaşadığı ülkelerin zenginliklerini paylaşma amacı taşıyan süreç, Mısır ve Libya’da hedeflenen başarıya ulaşsa da Suriye’de akamete uğradı. Amerika, 11 Eylül 2001’den hemen sonra giriştiği, bölge ülkelerinin yedisinin (Irak, Suriye, Libya, Lübnan, Somali, Sudan, İran) sınırlarının değiştirilmesine yönelik plan gereği Irak’ı işgal etmiş ve örtülü operasyonlar ile mezhep savaşı çıkarma denemelerinde bulunmuştu. Fakat bu fitne ateşinin yayılmasını sağlayamamıştı.

2014 yılında Irak ve Suriye topraklarında kendinden olmayan herkesi kâfir ilan ederek ölüme ya da esarete mahkûm eden IŞİD denilen bir örgütlenmenin ortaya çıkması, mezhep çatışması planlarını yeniden gündeme getirse de IŞİD’in Irak ve Suriye’de askerî ve stratejik olarak yenilgiye uğratılması, bütün planları bozdu. (Burada ABD’nin IŞİD’e karşı YPG güçlerini silahlandırmak üzere bir aparat olarak kullandığını unutmamak gerekir. IŞİD’in yenilgiye uğratılmasından kastımız, ABD ve YPG’nin göstermelik savaşı değil! Irak ve Suriye’deki gönüllü halk birliklerinin IŞİD’e vurduğu darbelerle onu gerçek manada yenilgiye uğratmasıdır.)

Çoğu felaket, tarihî fırsatları da beraberinde getirir. İşte IŞİD’in ortaya çıkışı bu türden bir felaketti ve bölge ülkeleri bu felaketin beraberinde taşıdığı fırsatı iyi değerlendirerek Amerika’nın kurduğu kumpas karşısında bir araya gelerek kısa vadede öngördüklerinde şüphe duymadığımız Suriye’nin, İran’ın ve ardından Türkiye’nin parçalanması planına karşı durdular. Tarihsel sürece baktığımızda bölgesel krizlerin bölgesel ittifakları doğurduğuna şahitlik ediyoruz. Öyle ki II. Dünya Savaşı’nın küllerinden doğan Avrupa Birliği örneği ortadayken “Arap Baharı” süreci sonrasında tehlikeyi sezinleyen Asya-Pasifik bölgesinde mevcut dünya düzenini sarsan yeni bir ittifak modelinin gelişmesi muhtemeldir.

Özellikle Batı Asya’daki Müslüman halkların ve devletlerin, ABD’nin bu bölgedeki planlarının tarih çöplüğüne gömülmeye yüz tuttuğu bir devirde bu tarihî fırsatı askerî, ekonomik ve diplomatik bir hedef çerçevesinde kurgulayıp “D-8 planı” etrafında geliştirmeye ihtiyacı var. Zira yaşanan gelişmeler ışığında mevcut dünya düzenini sarsmaya aday, yeni bir ittifak modeli1 şekillense de küresel elitler mevcut dünya düzenini kendi elleriyle değiştirmeyi deneyecekler.

Latin Amerika ve Batı Asya’daki Ayaklanmalar

Fransa’da 2018 Kasım ayında, zamlara ve kötü ekonomik koşullara tepki olarak başlayan Sarı Yelekliler protestolarını hatırlayalım. Bir yıldan beridir irili ufaklı devam eden bu protestolar, ülke tarihinin en uzun soluklu protestoları olarak kayıtlara geçti. 11 kişinin yaşamını yitirdiği olaylar, bugün Şili’den Venezuela’ya, Honduras’tan Haiti’ye, Irak’a, Mısır’a ve Lübnan’a ulaşmış durumda. Bütün bu ülkelerde halk, kötü ekonomik koşulları protesto etmek amacıyla sokaklara dökülmüş durumda. Fakat şu unutulmamalıdır ki mevcut küresel sistem neoliberal ekonomi anlayışı üzerine bina edilmiştir ve bu sistemin doyum noktasına ulaştığı anda iflas edeceği zaten öngörülmektedir. Halkların isyan bayrağını çekerek sokaklara dökülmesi gibi hususlar, düzenin sahiplerinin ön hazırlık yaparak beklediği bir durumdu.

(Burada şöyle bir parantez açmak gerekir: 1970’li yıllarda ABD’de uygulamaya alınan ve halen süregelen küreselleşmeyi öngören para politikası ve Dolar’ın tüm dünyada rezerv para birimi olarak kullanılması, ABD’nin o dönemde her türlü medeniyet anlamında tek hâkim güç olarak varoluşu ile alakalı bir durumdur. Fakat 1979 yılında İran’da İslam’ın alternatif bir medeniyet modeli olarak mevcut hâkim sisteme başkaldırırcasına bir devrimle ortaya çıkması, o günden beri özellikle Siyonist İsrail’in ve mevcut düzen kurucuların önünde pürüz yaratan bir etken olarak yer etti. Gelinen noktada özellikle 2006 yılında İsrail’in Hizbullah karşısında tattığı yenilgiyle birlikte genişleme stratejisinden vazgeçmek zorunda kalması, Amerika ve İsrail açısından küresel ve bölgesel öncelikler arasına İran’daki mevcut rejimin zayıflatılması ve ortadan kaldırılması hedefi konuldu. O güne kadar İran ile İsrail’in baş edebileceği öngörülse de İsrail’in İran’ın destek verdiği bir örgüt olan Hizbullah karşısında bile yenilgi tatması tüm planları bozdu. Nitekim ne denli yeni küresel bir plan yapılırsa yapılsın eğer bölgedeki Müslüman ülkeler birleşerek İsrail’i yok edecek bir askerî strateji geliştirirlerse, o zaman 1967’den beri “yenilmezlik” madalyonu takmış İsrail ordusunu yenen Müslümanlar eliyle ekonomik, sosyolojik, diplomatik yeni bir medeniyet projesinin alternatif olarak tüm dünyaya sunulması sürecinin önü açılacaktır.)

Çin’in yeni İpek Yolu projesine karşı hamle geliştirmek zorunda olan Amerikalı küresel elitler, zaten askerî alanda ciddi bir tehdit haline gelen Çin’in ekonomik bir üstünlük kurma ihtimaline karşı mevcut düzeni değiştirme, oyunun kurallarını baştan yazma peşindeler. Öyle ki neoliberal ekonomi modelinde/kredi ve faiz düzeninde borçlunun artık borcunu ödeyemediği doygunluk seviyesine yavaş yavaş gelinmiştir. Robotik, yapay zekâ ve genetik sahasında gelinen seviye göz önüne alındığında küresel elitlerin, haşa “insan üstü bir ırk” “yaratma” çabası içinde olduklarını ve insanlık içerisinde sadece ekonomik yönüyle değil zekâ, kabiliyet, sahip olduğu haklar nezdinde de “seçkin” ve “elit” bir tabaka oluşturmak istediklerini söyleyebiliriz. Bu konuyla ilgili yapılan öngörü ve planlamalarda, devlet ve vatandaş yapısının mevcut (ulus) devlet yapısından (anlayışından) ötede bir şirket mantığı ile ilerleyeceği ve şirket aidiyetine sahip kimselerin kaba tabirle süper ırka mensup şirket sahiplerinin kölesi olacağı ifade ediliyor ya da zihinlerimiz buna hazırlanıyor.

İşte böylesi bir düzene geçiş için küreselcilerin etki alanındaki tüm bölgelerde geniş çaplı kaosların yaşanması ve insan nüfusunun ciddi oranda azalması gerekiyor. İşte, hükümetlerin yolsuzluklarını protesto eden kalabalıkların meydanlarda olması bu yüzden önemli! Tabii insan nüfusu azaldıktan sonra artışının engellenmesi de gerekmekte… Bu yüzden toplumsal cinsiyet eşitliği politikaları ve eşcinsellik belki de tarihte görülmemiş bir şekilde propaganda ediliyor. Bütün bunlar bir komplo teorisi olmaktan öte, adım adım yaklaşan apaçık gerçekler.

Zihinsel Bir Devrime ve Sınırsız Bir Teslimiyete İhtiyacımız Var!

Yaşanan gelişmeler ve içinde bulunduğumuz durum, bizleri ümitsizliğe sevk etmemeli. Müslümanlar olarak batıla karşı Hakk uğrunda en azından mücadele etmek gerektiğini unutmamalıyız. Fakat kendimize şöyle bir bakalım! Yaşam tarzlarımıza, düşünce biçimimize, harcama alışkanlıklarımıza, sosyal ilişkilerimize, yediklerimize ve içtiklerimize… Hangi kavramlar ile düşünüp, nasıl yaşıyoruz? Dilimiz ne söylüyor, kalbimiz ne için atıyor? Kiminle mutlu olup kime düşmanlık ve kin güdüyoruz?

Müslümanlar olarak evvela şahsî bencilliklerimizden, cemî bencilliklerimizden, mezhepsel bencilliklerimizden uzaklaşmamız gerek! Şahsiyetinizi bir kenara bırakın ya da cemaatinizi ve mezhebinizi bir kenara bırakın demiyorum! Ama beraber iş yapabilme yeteneğimizi körelten asabiyetleri bir kenara bırakmak gerek!

İçinde yaşadığımız düzenin düşünce dünyamıza soktuğu kavramları esaslı bir süzgece tabi tutmamız ve içinde bulunduğumuz durumu ve sorunları tespit etme çabası içine girmemiz gerek!

Yaklaşan felaketi fırsata çevirecek bir altyapı hazırlığı içinde olmak, şahıslar, gruplar, cemaatler, mezhepler ve devletler nezdinde Müslümanlar olarak bütüncül bir set oluşturmak zorundayız. Yaklaşan tufanın şiddetini kestirmek zor, fakat oyunda kurucuların kurduğu hileleri öngörebilirsek tedbir almak kolaylaşır. Bunun için doğru bir bakış (yani basiret), doğru bir bakış için de oyun (tuzak) kuranların en hayırlısı olan Allah’a sınırsız bir teslimiyet gerekir!

Enes Berat Gürler (Anadolu Gençlik Dergisi)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Yukarı Çık