15 Temmuz 2016 günü ülkemizde yaşanan hain darbe girişiminin bertaraf edilmesinin ardından devletimizin yetkili kurumları tedbir almaya ve FETÖ’yü tamamen etkisiz hale getirmeye yönelik adımları atmaya devam ediyor. Basın ve yayın organlarında sürece nasıl gelindiğinin tüm boyutlarıyla tartışılması da sürüyor. Her geçen gün yeni bilgi ve görüntülerle kamuoyu ne olup bittiğini anlamaya çalışıyor. Darbenin gerçekleşmesine canı pahasına fırsat vermeyen necip milletimiz tepkisini meydanlarda vermeye devam ediyor. Kimlerin ne maksatla meydanlarda olduğuna dair çeşitli yorumlar yapılsa da, gerçeğin Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın ifade ettiği gibi “bu milletin külüne üflesen altından iman çıkar” sözünün yansıması olduğunu kimse inkâr edemez.
Ülkemizin darbelerden çok çektiğini ve “artık darbe olmaz” yaygaralarının hikâye olduğuna geçtiğimiz yazıda özetlemiştik. Darbe girişiminin öncesi, sonrası, etkileri, tepkileri, FETÖ’nün dünden bugüne nasıl kimlerin desteğiyle bugünlere geldiği enine boyuna ulusal ve yerel basınımızda tartışılıyor. Tekrar benzer değerlendirmeleri yapmaya gerek yok. Biz bu yazımızda; darbe girişimi sonrası ulusal-yerel basında ve sosyal medyada servis edilmeye başlanan ilginç laiklik tavsiyelerine bakalım. Bir köşe yazısında olabileceği kadar değindikten sonra bundan sonraki süreçte yapılması gerekenlere vurgu yapalım.
Laiklik bir yönetim biçimi değildir. “Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması” olarak yıllarca zihinlere kazınmasına rağmen gerek yasal metinlerde gerekse akademik literatürde hala üzerinde mutabakata varılmış bir laiklik tanımı bulunmamaktadır. Son darbe süreci de dâhil olmak üzere yaşadığımız sıkıntıların temelinde yukarıda tırnak içinde geçen ifade vardır. Yeryüzünde insanın huzur ve mutluluğu için rehber olarak gönderilen İslam’ın emir ve ilkeleri bu anlayışın dayatılması sonucu ticaret, siyaset, kültür, sanat vb yaşam alanlarından hep uzak tutulmuştur. Zamanla bireyler laik düşünüp laik hareket ederek ikisini birbirine karıştırmaz hale gelmiştir. Namaz kılmış ama müşterisini aldatmıştır. Oruç tutmuş ama yalan söylemekten sakınmamıştır. İbadetleri aksatmaktan korkmuş ama kul hakkına girmekten korkmamıştır. Örnekler çoğaltılabilir. Takiyye aslında laikliğin yumuşatılmış ve uygulanmış halidir. “Dindar (sadece İslam) ol ama işine, sokağa getirme. Genel ve yerel yönetimlere karıştırma. Yanlış işlere karışma, eleştirme! Bireysel ibadetlerini yap güzelce ama toplumsal olanları telaffuz bile etme!” gibi örnekler burada da çoğaltılabilir.
Ülkemiz bu darbe girişimi sonrası çok hassas bir döneme girmiştir. Bugüne kadar defalarca ikaz edilmiş ve uyarılmış olmasına rağmen BOP gereği yürütülen yanlış işleri bahane edip halkı ifsad edecek ve bunalımları arttıracak sözde kurtuluş reçeteleri sunmak doğru değildir. Herkesin düşünüp “alınması gereken dersi” alması için çalışılmalıdır. Bunun da başında ahlâki ve mânevî değerler etrafında milletimizi toplayacak şekilde kardeşlik mesajları vermek gelir. Ülkemize zarar vermek amacıyla yapılan bu şer darbe girişimi hayırlı başlangıçlar için fırsat olabilir.
Birinci yazımızın sonunda vurguladığımız gibi bu sorunların başında yanlış ya da yetersiz eğitim gelir. Önceliğin buraya verilmesi gerekir. Yerli ağır sanayi ve yüzde yüz yerli üretim kadar elzemdir. Askeri okullar başta olmak üzere tüm müfredatın AB kriterlerine ve materyalist anlayışa göre değil, bu milleti millet yapan, şanlı tarihine ve ruh köküne uygun hale getirilmesi gerekir. Diğer taraftan bu kanlı darbe girişiminin ardındaki dış güçler asla ihmal edilmemelidir. Kukla ile uğraşırken, kuklacı unutulmamalıdır. Halkımız kamu spotlarıyla bilgilendirilmelidir. Üretim-tüketim ve vergilendirme sistemlerimizi tümüyle gözden geçirilmeli ve yeniden düzenlenmelidir. Bitirelim. Yeni yazılarda tekrar buluşuncaya kadar sağlıklı, huzurlu ve mutlu kalın, hoşcakalın.