Kimilerine göre iyiye gittiği, kimilerine göre de her geçen gün daha kötüye gittiği söylenen bir ekonomi seyrimiz var. Rakamlar asıl olduğu için üzerinde ihtilaf olmaması gerekirken diğer konularda olduğu gibi bunda da herkes durduğu yere göre değerlendirme yapıyor. Ekonomimizin iyiye gittiğini söyleyenler yeni yapılan yolları köprüleri, son model arabaları ve cep telefonlarını delil gösteriyor. Bunun aksi iddiasında olanlar da bunların özelleştirmeler ve uzun vadeli borçlanmalar sonucu gerçekleştiğini söylüyor. Elbette ikisinin de haklı olduğu kısımlar var. Ancak gerçek bunların ikisinin de çok ötesinde. Gidişatı özetleyen üretim hacmidir. Bir sürü alengirli, cafcaflı göstergelerin ötesinde bir ekonominin gerçek özeti üretimdir. Montaj değil yüzde yüz yerli üretimdir. Bu gerçeği görmek için ekonomist olmaya ya da yıllarca ekonomi eğitimi almaya gerek yoktur. Örneğin kamuoyunda en çok ihracat yapmakla övündüğümüz domatese bakalım. Domatesteki durum diğer sektörlerinde özetidir. Hatta en iyi durumda olanıdır. Kaldı ki, bu yıl o da düşürülen uçak sonrası çıkan Rusya krizi ile dibe vurmuştur.
Domates yetiştiren çiftçinin aldığı domates fidelerinin tamamına yakını Hollanda ve İsrail’de bulunan Yahudi firmalarından temin edilmektedir. Çiftçi domatesin fidesini daha serasına dikmeye başlamadan çoğunluğu Avrupa ülkelerinden temin edilen gübre ve ilaçları kullanmaya başlar. Kendi emeği ve özverisi sonunda eğer ürünü pazara getirebilirse bile kazanacağı garanti değildir. Eğer domates para eder ve ürününü iyi fiyata satabilirse ve de sattığı komisyoncudan parasını alabilirse tohum ilaç ve gübre masraflarından kalan kendisine kar olacaktır. Para etmezse o yılı borçlanarak kapatacaktır. Bahsettiğimiz tohum, ilaç ve gübre satan dış firmaların parası garantidir. İcra, haciz vb. yoluyla parasını bir şekilde alacaktır. Çiftçinin kazanıp kazanmadığı onların sorunu değildir. Doğal olarak burada süreç hamallıktan başka bir şey değildir. İşin garip tarafı tohumu ve ilaç-gübreyi sağlayan ülkeler bizden bu domatesleri almamaktadır. Bu durumun ayyuka çıktığı dönemlerde ara ara pansuman tedbir olarak çiftçilere düşük faizli kredi imkânları falan sağlanarak bu durum devam ettirilir. Tohum, ilaç ve gübrenin dışarıdan alınmadan yetiştirilip dışarıya ihraç edileceği bir domates üretimi gerçek üretimdir. Gerçek üretime yıllardır bir türlü neden geçil(e)mediği ise hükümetler üstü bir konudur. Sürekli dışarıdan ithal edilen ürünlerden kaçının kaç ton domates üretimine karşılık geleceği ise herkesin malumudur.
Aslında bir ülkede bankalar çoğalıyor, en ücra belde ve köylere kadar şube açıyorsa ekonomide faize ve sömürüye dayalı bir yapının işletildiği açıktır. Diğer taraftan yabancı paraların değeri sürekli artıyor ve alım gücü azalıyorsa iyimser tablolar aldatmacadan ibarettir. Zaten vatandaşları banka müşterisi yapmaya dönük her uygulama pembe tabloların boyasını dökmektedir. Mesela gündemde olan ve tartışılan BES’e (Bireysel Emeklilik Sistemi) dâhil olmayan tüm çalışanların 6 ay boyunca sisteme katılması ve aylık 100 liralık kesintiler yapılması çalışmaları bunlardan biridir. Yaklaşık 12 milyon kişiyi sisteme dâhil etmesi beklenen ve asgari ücretliden bile zorunlu olarak para keserek fon oluşturmak ne demektir? Vatandaşını zorunlu olarak sisteme almak malumun ilanıdır. Diğer taraftan 2046’ya kadar yabancı kredilerle ülkeyi borçlandırarak kendi uçağının uçamayacağı havalimanları, kendi arabalarının geçmeyeceği otoban ve köprüleri yapmak ne kadar akıllıcadır? Önceliğin süratle bunları yapacak fabrikalar verilmesi gerekmez mi? Her seçim öncesi piyasaya sürülen “yerli otomobil üretimi” başlıyor haberlerinin etkisiyle bu cümlemi boşa çıkarmayın. Böyle bir ciddi çalışma var ise hala devlet kurumlarına Mercedes, BMW vb. marka resmi araç almak için ödenek tahsis ediliyor. Yoksa yerliler gelinceye kadar bu alınacak olanlar hurdaya mı çıkacak?
Ekonomimizin dayalı olduğu faizci yapıyı daha iyi anlamak için, Prof. Dr. Necmettin Erbakan hocamızın sözleriyle bitirelim. “Faiz dediğin nedir? Getirmişsin bir bankaya 100 TL koymuşsun. Banka sana 1 sene sonra 150 TL veriyor. Arkadaş bu 50 TL’yi nereden buldun da verdin bana? Ben 100 TL’lik mal üretmiştim, 100 TL’lik tüketme hakkım vardı. Aradan 1 sene geçti benim üretmem artmadı ki, ben bir şey üretmedim. Sen bana tüketme hakkı veriyorsun. Nereden veriyorsun? Bunun iki tane yolu var: Ya üreten bir adamın hakkını aldın bana veriyorsun veya açıktan para bastın bana veriyorsun. O da yine üretenin hakkını bana veriyorsun demektir. Yani faiz zulümdür. Faiz, çalışan insanın hakkına tecavüzdür. Faiz demek, üretmeyen adama tüketme hakkı vermek demektir. Bu da zulümdür. Adaleti bozar. İşte kapitalist düzenin zulmü ve felaketi buradan ileri geliyor.”
Sevinenler sevinedursun biz gösterilenlere değil de olması gerekenlere dikkat çekmeye devam edelim. Yeni yazılarda buluşuncaya kadar sağlıklı, huzurlu ve mutlu kalın, hoşcakalın.