Günümüz dünyasında, yeryüzünde var olan kaynaklardan insanların eşit bir şekilde istifade edebildiğini söylemek mümkün değildir. Birçok örneği bulunmakla birlikte Afrika kıtası bunun sayısız örnekleriyle dolu bir coğrafyadır. Bu beş yazıda; Afrika üzerine çok önemli bilgilere yer veren ve Anadolu Gençlik Dergisi internet sitesinde geniş şekliyle bulunabilecek bilgiler yer alacaktır. Bu yazı ikinci yazıdır. Konuşmacılar hakkında bilgi birinci yazıda yer almıştır.
Moderatör: Afrika’nın tarihsel serüveninde kronolojik akış ne şekildedir? Hangi deneyim ve tarihsel süreçler öne çıkar?
İ.M.Ö: Afrika’da her millet ve etnik varlığın kendine has bir tarihsel deneyimi vardır. Bu milletlerle temas edildiğinde Afrika’da mahalli devletler kadar çok milletli krallıkların olduğunu da görmek mümkündür. Hayatın temel bir gerçeği olarak çatışma ve savaşları da görmek mümkündür. Fakat bu kadim tarih Batılı tarih yazımı ve o yazımın sinematografik yansıması ile yalan bir tarih üzerinden kurgulanmıştır. Batılı tarih yazımında Afrika, yamyamların yaşadığı bir coğrafya idi ve Batılılar, kilise ve beyaz adam eliyle uygarlığın ve insanca yaşamanın bahşedildiği bir coğrafya olarak takdim edildi. Bu yalan tarih doğal kronolojik akışta Afrika’ya Batılılar eliyle gelen zulmün tarihi olarak düzeltilmelidir. Batılı insanın ham madde iştahı emperyalist bir deneyime bürünmüş ve Afrika insan ve ham maddenin yağmalandığı büyük bir istismar alanı olmuştur. Bu emperyalist sömürge serüveninden nasibini almayan neredeyse hiçbir bölge yoktur. Sömürgecilik, kanlı tarihin kırılma noktası ve Batının insanlığa karşı en büyük ayıbıdır. Bugün tüm Afrika toplumlarının, yazılı tarihlerini insanlığa sunmak gibi önemli bir vazifesi vardır, ancak böylece insanlık tarihinin kayıp halkalarından biri tamamlanabilir.
M.UZUN: Afrika için kronolojik akışı Mısır, Makedonya (Helen), Roma, İslam, Osmanlı ve Batı olarak sıralayabiliriz. Dünyanın anası Mısır medeniyetinin gelişimi, Makedonya ve Roma’nın Afrika’ya gelişi, İslam’ın aydınlık yüzünün doğuşu, Osmanlı barışı ve Batı’nın yeni bir saldırganlıkla gelişi ile başlayan talan süreci ve sonrasında yapay özgürlükler dönemi olarak kısaca özetleyebiliriz. Şu anda Afrika için hala yapay özgürlükler, yapay devlet kurumları ve sınırlı bir aydınlanmadan söz edebiliriz.
M.EFE: Afrika kıtasının tarihsel serüveni ile ilgili olarak eğer Batılı tarihçilerin Afrika tarihi yazımlarına bakarsak; ilerlemeci ve evrimci bir anlayışla, Afrika’ya medeniyeti Batılıların getirdiğini ve bundan dolayı da Afrika’nın minnettar olması gerektiğini savunduklarını görürüz. Afrika’ya medeniyet Batı ile değil daha önceden gelmiştir. Afrika’nın tarihsel serüvenine baktığımız zaman Afrika kıtası en eski anakara olarak ilk insanların da yaşadıkları yer olarak bilinmektedir. Tarih Afrika’da her yerde olduğu gibi inişli çıkışlıdır. Linear bir çizgide ilerleyen bir tarih yoktur. Afrika kıtasında birçok krallık ve bölgesel yönetimler, küçüklü büyüklü devletler ve imparatorluklar bulunuyordu. Roma hâkimiyeti, sömürgeciliğin, modern dönem öncesi sömürgeciliğin, ilk bölümü olarak okunabilir. Afrika kıtasında sömürgecilik denince hep 15. yüzyıl itibariyle başlayıp 19. yüzyılın sonunda zirve yapan sömürgecilik dönemi anlaşılmaktadır. Hâlbuki Batı’nın Afrika kıtasındaki ilk sömürgecilik dönemi olan Roma dönemi gözden kaçırılmaktadır. Birinci dönem içerisinde zikredilmesi gereken bir dönem ise Mısır’da firavunlar dönemidir ve ona karşı Hazreti Musa ve Harun Afrika kıtasında, Mısır’da mücadele etmişlerdir. Bundan dolayı da Hazreti Musa Afrikalı bir peygamber olarak görülmektedir. Bu dönemden sonra Hıristiyanlığın, Habeşistan bölgesine yayılmasını görebiliriz. Hristiyanlığın Hazreti İsa’dan sonra Filistin’den bugünkü Suriye, Doğu Roma, Balkanlar ve Avrupa’ya ulaşması ve oradan da 1400’lü yılların başında Batı Afrika’dan misyonerler vasıtasıyla tekrar kıtaya giriş yapması Afrika kronolojisinde bir başka noktadır. Mısır’ın Amr bin As tarafından fethi ve Kuzey Afrika’nın Müslümanların idaresi altına girmesi Afrika kıtasında yeni bir dönemin, yeni bir medeniyet buluşmasının başlangıcı olmuştur. 15. yüzyılda Portekizlillerce alınan ve sonradan İspanyol toprağı olan -günümüzde de böyledir- Ceuta yarımadasının alınmasıyla başlayan sömürgecilik döneminde ise tarih, kıtanın Batılılarca en acımasız ve vahşi sömürülme dönemine tanıklık etmiştir. 1951 yılında Libya’nın bağımsızlığı kabul edersek yaklaşık altı asır süren bir sömürgecilik döneminden bahsetmiş oluruz. Yaklaşık altı asır süren bu sömürgecilik süreci içerisinde 1884-1885 Berlin Anlaşması’yla bütün Afrika kıtasının sömürgeci güçler arasında paylaşılması Afrika tarihindeki en acı dönemi yansıtmaktadır. 1950’lerden başlayıp 1960 sonrasına kadar Afrika ülkelerine bir bir bağımsızlıklarının verilmeye başlanmasıyla Afrika kıtasında bağımsız birçok devlet ortaya çıkmıştır. Ancak görünüşte de olsa fiili olarak biten sömürgeciliğin tamamen bittiği söylenemez.”
Not: Devam edecektir.