Sevgili dostlar, kıymetli okurlarımız yeni bir yazı ile sizlerle birlikteyiz. Bugün sizlere ulusal basında ara ara çıkan ancak benim ‘nasıl tanımlayacağıma’ karar veremediğim haberleri yazmak istiyorum. Harika mı, hazin mi desem, trajikomik mi, umut verici mi desem bilemedim. Yazmayı düşündüğüm başka konular olmasına rağmen takip eden paragraftaki haberi okuyunca bu konuyu paylaşmak istedim.
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) Bilim Kurulu’nda, çip fabrikası kurulmasıyla ilgili sürecin başlatılmasının karara bağlandığını belirterek, “Çip fabrikası, TÜBİTAK öncülüğünde Savunma Sanayi Müsteşarlığı ve şirketleri ortaklığında Gebze’de kurulacak” dedi. Bakan ASELSAN ve Bilkent Üniversitesi ortaklığında temeli atılan, ülkenin ilk galyum nitrat temelli çip üretimi yapacak fabrikasından sonra TÜBİTAK önderliğinde, Türkiye’nin ilk büyük ölçekli seri üretim kapasitesine sahip silisyum temelli çip fabrikası için çalışmaların başladığını söyledi. TÜBİTAK Bilim Kurulu’nun 4 Nisan’daki toplantısında, çip fabrikası kurulmasıyla ilgili sürecin başlatılmasının karara bağlandığını belirten bakan, “1 yıl süren çalışmalar sonunda çip fabrikası, TÜBİTAK öncülüğünde Savunma Sanayi Müsteşarlığı ve şirketleri ortaklığında Gebze’de kurulacak” diye konuştu.
Binlerce kilometrelik yollarında bir tanecik bile ‘yüzde yüz yerli’ otomobili olmayan bir ülkenin vatandaşı olarak bu tür haberlerin belli aralıklarla toplumun moralini yüksek tutmak için yaptırıldığını düşünüyorum. Üniversiteye başladığım yirmi yıl öncesinden beri bu tür haberlere hep ilgiyle yaklaşmışımdır. İlk milli uydu, ilk yerli otomobil, ilk yerli bilgisayar, ilk yerli televizyon, ilk yerli filan filan…. Kartal, Doğan, Serçe isimli İtalyan arabalarını yerli zannedenlerin, Türkiye’de üretilse de patent hakkı, marka ödendikten sonra montajdan öte gitmeyecek ürünleri yerli yapım diye sevinenlerin olduğu bir toplumda mutlaka müşterisi vardır bu tür haberlerin! Ancak kimse sormaz mı acaba, “hani ne oldu? Bu çalışmalarda hangi noktaya geldik?” diye. Aslında vaktim olsa, son 20 yılın gazete arşivlerini taramak ve bu haberleri toplayıp bir kitapta yayınlamak isterim. Kullandığımız cep telefonlarından tutunda, okul sıralarında kullanılan kurşun kalemlere kadar ithalata kilitlenmişiz.
Ülke olarak bu konuda duygusallığa gerek yok. Bu bir parti vs. meselesi de değil. Tamamen milli bir mesele! Teknoloji başta olmak üzere tarımda, sanayide neredeyiz? Geldiğimiz nokta gerçekten nedir? Milli menfaatler gereği belki açıktan tartışılması sakıncalı bulunabilir fakat en azından 15-20 yıl öncesinden şu yapılacak bu yapılacak denilen şeylerin en azından prototiplerini bir örneklerini görelim artık. Bu konu açılınca “tarımda şu kadar ihracat yapıyoruz bak” diyor vatandaşımızın birisi. Bölgemizdeki domates üretimini kastederek. Bilmiyor ki garibim, o domatesin tohumu, ilacı gübresi dışardan ithal ediliyor. Burada işin sadece hamallığı yapılıyor. Domates satılsa da satılmasa da dışarıya ithal edilen ürünlerin parası peşin gidiyor. Çiftçi domates para ederse emeğinin karşılığını alıyor. Eften püften sebeplerle ihracat olmazsa hazırdan gidiyor. Uzamasın bitirelim.
Evet, “seviyorum böyle haberleri” derken, elbette üzülüyorum. Yüreğim burkuluyor. Bilemiyorum! Haftaya güzel konularla buluşabilmek umuduyla sağlıklı, huzurlu ve mutlu kalın, hoşcakalın.