Perşembe günleri buluştuğumuz köşemizde bir kez daha siz değerli okurlarımızla birlikteyiz. Gazete yönetimi başta olmak üzere sizlere ulaşmamızda emeği geçenlere ve sizlere teşekkür ediyorum. Ardı arkası kesilmeden devam eden sıra dışı olayları yaşadığımız bir ülke ve de ondan kalır yanı olmayan bir dünya tablomuz var. Sıradışılığın artık sıradanlaştığı bir zaman dilimindeyiz. Bugün bunlara girecek değilim. Tükettik zaten her şeyi. Sıra değerlerimizde… Geçtiğimiz yazılarda çoğuna değindik. Tebessüme ve birazcık da “acaba” diyerek düşünmeye ihtiyacımız var. Tebessüm ettiren kısa iki hikâyeyi paylaşmak istiyorum bu yazıda. Buyurun birlikte okuyalım. Hoca Nasreddin’in evine bir gün üç molla misafirliğe gelir. Misafirler misafirdir ama üçü de birbirinden çok fazla yemek yiyen tiplerdir.
Hoca ne yemek çıkarmışsa silip süpürmüşler. O kadar ki, sahanlarda yemek bitince, bunu da “sünnettir” diye ekmeklerle iyice sıyırmışlar.
Tam o sırada odaya Nasreddin Hocanın oğlu girmiş. Mollalar Hoca’yı memnun etmek için:
“Aman ne güzel çocuk… Adı ne bunun?” diye sormuşlar.
Hoca:
“Adı Farz’dır” demiş.
Mollalar şaşırıp birbirine bakmışlar:
“Bu ne biçim isim Hoca Efendi?” demişler. “Şimdiye kadar böyle bir isim hiç duymamıştık.”
Hoca hemen taşı gediğine koymuş:
“Ya… Sünnet diyeyim de onu da mı yiyesiniz?”
* * * * * * *
Bir akıl hastanesini ziyareti sırasında, adamın biri sorar:
“Bir insanın akıl hastanesine yatıp yatmayacağını nasıl belirliyorsunuz?”
Doktor:
“Bir küveti su ile dolduruyoruz. Sonra hastaya üç şey veriyoruz. Bir kaşık, bir fincan ve bir kova. Sonra da kişiye küveti nasıl boşaltmayı tercih ettiğini soruyoruz. Siz ne yapardınız?”
Adam:
“Ooo! Anladım. Normal bir insan kovayı tercih eder. Çünkü kova kaşık ve fincandan büyük.”
“Hayır” der doktor.
“Normal bir insan küvetin tıpasını çeker!”
Haftaya tekrar buluşuncaya kadar sağlıklı, huzurlu ve mutlu kalın, hoşcakalın.