Ahir zamanda yıllar aylar gibi, aylar haftalar gibi, haftalar günler gibi, günler de saatler gibi olacak deniyor. Bilinmez, acaba o zamanlarda mıyız değil miyiz? “Zaman ne çabuk geçti” sözünü çok duyarız. Çoğu kez de yaşarız aslında bu gerçeği. Hep bir koşuşturmaca vardır. Zaman denilen şey de bu koşuşturmacanın içindeki durumumuza göre değişir. Çocuk büyümek ister. Büyür ve okula gider. Okul bitse demeye başlar. Biter okul, bu kez iş kaygısı başlar. İşi bulur, bu sefer erkekse askerlik vardır bitmesi gereken. O da tamamlanır. Bitti mi? Yok! Hayırlısı ile bir evlenilse. Evlenilir ve artık iki kişi olunmuştur. Bu arada takvimler değişiyordur bir bir duvarlardaki, yıldan yıla. “Ah şu emeklilik bir gelse.” Çocuklar mı dediniz? Evet, çocukların okul telaşı devam ediyor. “Çocuk mezun olsa bir rahatlayacağım ama…” Devam eder gider bu. Bir de bakmışsın ki; bitsin diye geldiğin yerde “hiç bitmesin”i istemeye başlamışsın.
Geçen zamandan geriye kalan sadece anılar oluyor. Belki çekildiyse fotoğraflar, videolar ve kâğıda dökülmüş yazılar. O anın şahidi sadece. 24 yıl önce yazdığım bir yazıya rastladım arşivimde. Dönemin hafif sarıya kaçık ince bir kâğıdına yazmışım o an hissettiklerimi. “Karlar” başlığı taşıyan yazının, üstüne notu iyi ki düşmüşüm; “24 Aralık 1990 Pazartesi günü sınıfımızdan yazdıklarım” diye. Gurbette bir ortaokul öğrencisinin, çocukça, o güne dair hissettiklerini, noktasına, virgülüne dokunmadan sizlerle paylaşıyorum.
“Doğu Anadolunun, tarihi çok eski, fazla gelişme göstermemiş fakat tarihi eserleriyle eşi bulunmayan bir şehri. Bu şehir tarihi eserleriyle sahip olduğu aynı şansı iklimde de sürdüremiyor. Bitlis ismini aldığı tarihten hatta daha öncelerden beri hiçbir kışını karsız buzsuz geçirmemiş. Bitlis’te bir günde dört mevsim görmek hemen hemen mümkün. Sabahleyin bir bahar sabahı gibi gelir insana. Güneşin salına salına gökyüzüne yükselişine hemen aldanırsınız. Fakat öğleyin her taraf kararmış ve birden kar kendini bırakıvermiş, her tarafı bembeyaz yapmış görürsünüz.
Aralık ayının son günleriydi. Bitlis’te hava hiç kar yağmayacak gibi görünüyordu. Ama geçte olsa kış mevsimi gelmişti. Haftanın ilk günü olan pazartesi beraberinde ortalığı bembeyaz pamuk gibi kaplayan karıda getirmişti. Geceden beri sürekli yağan kar hızlanmıştı. Okulumuza gelen ekmek her gün arabayla gelirken bugün atla gelmişti. Okulumuzun ilerisinde tepeye doğru tırmanan yol karlarla kaplanmış, hergün birbirini sollayan arabaları ise çok ağır gitmeye sevketmişti. Aşağıya doğru gelenler ise ne kadar yavaş gelseler de kaygan karın üzerinden yolun kenarındaki taşlara çarpıyorlardı. Kırmızı bir minibüs bunlardan bir tanesiydi. Arkalarında da birkaç takside aynı şanssızlıkla karşılaşmıştı. Dağın başında ıssız bir yol olmasına rağmen birçok insan bu arabalara yardım etmeye çalışıyordu. Ortalık birden karışmıştı. Kar sürekli yağıyor insanları engelliyordu. Yoldakilerden Bitlis’in havasına alışkın olanlar sakin fakat ilk defa görenler bir taraftan kara bakıyor bir taraftan da çığlığı basıyorlardı. Böyle olaylara rastlamak burada şaşılacak bir şey değilmiş. Daha Bitlis’in bir çok yerinde tehlikeli yollarda insan hayatını kaybediyormuş. Halbuki kar yağmadan önce alınacak önlemler veya yola tuz serpilmesi bu önlerdi. Demek insan bu kadar değersiz şeylere insan tarafından değiştirilebiliyor.
Penceresinden yolu seyrettiğim sınıfımızda fazla sıcak değildi. Bu soğuk hava birden beni sarstı. Demek insanlar için her şeyin bir faydası vardı. Çünkü bu karlar eriyince koca insanlığı susuzluktan kurtarıyor ve onlara hayat veriyordu. Herşeyin iyi tarafını görenler için hayat ne güzel!”
Haftaya yeni ve güzel konularla buluşabilmek umuduyla sağlıklı, huzurlu ve mutlu kalın, hoşcakalın.